Donald Trump’ın ikinci başkanlığı, hem iç hem de dış manzaraları kalıcı etkilerle yeniden şekillendirmeyi vaat ediyor. İç bölünmelerden küresel güçteki değişimlere kadar, önümüzdeki yıllar kurumların dayanıklılığını ve ulusların uyum kabiliyetini test etmeye hazırlanıyor. Bu dalgalı dönemi tanımlaması muhtemel temel eğilimleri inceliyoruz.
1. ABD’nin Kutuplaşması ve Parçalanma Tehdidi
Amerika Birleşik Devletleri derin bir iç çatışmanın eşiğinde duruyor. Partizan bölünmeleri daha da keskinleşti ve mavi eyalet valilerinin LGBTQ+ haklarının korunması ve WOKE girişimleri de dahil olmak üzere ilerici politikaları sağlamlaştırması bekleniyor. Bu, Trump’ın yeni yönetiminden ve kırmızı eyaletlerden şiddetli bir direnişe yol açacak ve kültürel ve siyasi uçurumu daha da kötüleştirecektir.
Trump’ ın sadık atamalar yoluyla gücünü pekiştirmesi, hanedan siyasetine doğru bir kaymaya ve kurumsal kontrol ve dengelere aldırış etmemeye işaret ediyor. Yönetiminin “derin devlet”e, özellikle de önceki kovuşturmalarıyla bağlantılı kişilere karşı kan davası peşinde koşması, halkın federal kurumlara olan güvenini aşındıracaktır.
Ortaya çıkan işlev bozukluğunun Capitol Hill’deki yasama organına ciddi şekilde zarar vermesi ve hatta ABD’yi parçalanmaya itmesi muhtemeldir. Federal dağılma veya iç çatışma gibi bir zamanlar düşünülemez olduğu düşünülen senaryolar, kendisiyle çelişen bir ulusu yansıtan ana akım söyleme girebilir.
2. Batı’nın Meşruiyeti Düşüşte
ABD’nin küresel itibarı, İsrail’ in Gazze’deki eylemlerinde algılanan suç ortaklığı nedeniyle sarsılmaya devam ediyor. Birçoğunun soykırım politikaları olarak gördüğü şeylere verilen destek, Amerika’nın ahlaki otoritesini paramparça etti ve demokrasi, insan hakları ve uluslararası hukuk savunuculuğunun ikiyüzlülüğünü ortaya çıkardı.
Meşruiyeti paramparça olan ABD, küresel etkisini sürdürmek için giderek daha fazla zorlayıcı taktiklere güvenecektir. Gazze savaşı tüyler ürpertici bir emsal oluşturdu: ABD’nin direktiflerine karşı gelmek, ülkeler, özellikle de Küresel Güney için yıkıcı sonuçlara yol açabilir. Bu değişim, yol gösterici bir güç olarak Batılı değerlerin erozyonunu hızlandırıyor ve daha küçük ulusları alternatif uyumlar aramaya veya baskıya karşı kendi savunmalarını güçlendirmeye bırakıyor.
3. Yeni Sömürgeciliğe Dönüş
Trump yönetiminin dış politikasının, açık ve zorlayıcı yollarla kaynak kontrolüne öncelik vererek yeni sömürgeciliğe yönelmesi bekleniyor. Erik Prince gibi figürlerin ABD’nin Afrika ve Latin Amerika’yı sömürgeleştirmesi çağrıları, doğrudan olmasa da Trump’ın söyleminde yankı bulabilir.
Geleneksel müttefikler bile potansiyel serpintilerle karşı karşıya. Netanyahu için bir UCM emri nedeniyle İngiltere’ye yaptırım tehditleri ve BRICS ülkelerine yönelik cezalandırıcı tarifeler, ortaklıktan ziyade gözdağı veren bir dış politikayı ortaya koyuyor. Bu, Soğuk Savaş sonrası çok taraflılığa yapılan vurgudan dramatik bir sapmaya işaret ediyor ve sıfır toplamlı jeopolitiğe dönüşün sinyalini veriyor.
Çıkarımlar derindir. ABD, uyumu zorlamak için ekonomik ve askeri gücü silahlandırarak, hem müttefiklerini hem de rakiplerini yabancılaştırma, küresel istikrarsızlığı hızlandırma ve ülkelerin fiziksel işgaline geri dönüşün sinyalini verme riskiyle karşı karşıyadır.
4. Merkantilizmin Yeniden Dirilişi
Uzun zamandır küreselleşme öncesi bir kalıntı olarak kabul edilen merkantilizm, dramatik bir geri dönüş yapıyor. Trump yönetiminin Çin ile ticaret savaşları ve cezalandırıcı tarifeler de dahil olmak üzere korumacı politikaları bu değişimi örneklemektedir.
ABD ve Çin ekonomilerinin ayrışması, özellikle yapay zeka, yarı iletkenler ve nadir toprak malzemeleri gibi stratejik sektörlerde muhtemelen hızlanacak. Ekonomik karşılıklı bağımlılığın bu şekilde kırılması, Batılı ülkeler tedarik zincirlerini korumak için yeniden yapılanma ve yakın iksa etmeyi benimsedikçe daha geniş bir eğilime işaret ediyor.
Trump’ın BRICS ülkelerine yönelik %100 gümrük vergisi tehditleri, rakipleri etkisiz hale getirmeyi ve ABD egemenliğini pekiştirmeyi amaçlayan bir ekonomik baskı doktrininin altını çiziyor. Küresel güney için bu, Batı pazarlarına ve kaynaklarına erişimin azalmasıyla birlikte daha sert bir ekonomik ortama işaret ediyor.
Serbest ticaretin merkantilist politikalar lehine terk edilmesi, küresel ekonomiyi yeniden şekillendirebilir, yeni güç ve bağımlılık hiyerarşileri getirebilir.
5. Demokrasi Durgunlukta
Bir zamanlar yönetimin zirvesi olarak müjdelenen demokrasi kuşatma altında. Gazze çatışması, demokrasilerin iç yolsuzluğa ve dış manipülasyona eğilimli olduğunu göstererek kırılganlıklarını ortaya çıkardı.
Dahası, bir zamanlar bir ışık feneri olarak görülen liberal demokrasiler, artık uluslararası arenada en şiddetli aktörler olarak görülüyor.
Küresel olarak, demokratik kurumlar bocalıyor. Fransa Başbakanı Barnier’in görevden alınması, Romanya’da iptal edilen cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Güney Kore’deki siyasi çıkmaz, demokratik sistemlerin kırılganlığını gözler önüne seriyor. Bu arada, otoriter yönetişimin çekiciliği artıyor ve demokrasinin küresel bir norm olarak geleceği hakkında şüphe uyandırıyor.
Bu eğilim derinleştikçe, demokrasinin durgunluğu muhtemelen uluslararası manzarayı yeniden şekillendirecek ve alternatif yönetişim modellerinin kök salması için verimli bir zemin yaratacaktır.
6. Yapay Zeka ve Uzay Üstünlüğü Üzerine Çin-Amerikan Rekabeti
ABD-Çin rekabeti, yapay zeka ve uzayın kritik rekabet alanları olarak ortaya çıkmasıyla keşfedilmemiş bir bölgeye giriyor. Her iki ülke de bu alanlardaki hakimiyeti, geleneksel askeri yeteneklerin ötesine geçen bir silahlanma yarışını körükleyerek küresel üstünlüğü güvence altına almak için gerekli görüyor.
Washington, Pekin’in ilerlemelerini bastırmaya çalıştıkça ihracat kontrolleri, yaptırımlar ve teknolojik ayrışmanın yoğunlaşması bekleniyor. Bu arada, Çin’in özellikle yapay zeka ve uzay altyapısına yaptığı kendi kendine yeterlilik yatırımları, onu zorlu bir rakip olarak konumlandıracak.
Bu rekabetin küresel inovasyon ağlarını parçalaması ve diğer ülkeleri iki rakip teknolojik bloktan biriyle uyum sağlamaya zorlaması muhtemeldir. Riskler yüksek: Bu yüksek riskli rekabette atılacak yanlış adımlar, küresel güvenlik ve ekonomik istikrar üzerinde etkileri olan gerilimleri tırmandırabilir.
7. Akışkan Bir Çok Kutuplu Dünya
Uluslararası düzen geri dönülmez bir şekilde çok kutupluluğa doğru kayıyor. Uzun zamandır Batı birliğinin bir direği olan AB, ABD, İngiltere ve Rusya’nın uyumunu baltalayan politikalar izlemesi nedeniyle varoluşsal tehditlerle karşı karşıya. NATO askeri bir ittifak olarak varlığını sürdürebilirken, AB’nin siyasi ve ekonomik parçalanması kaçınılmaz görünüyor.
Arap devletlerinin İsrail’in soykırımına karşı koymadaki başarısızlığının Orta Doğu’da yıkıcı bir etkisi olması muhtemeldir. ABD’nin, bölgesel dinamikleri kontrol etmenin bir aracı olarak yeni devletler lehine Sykes Picot sınırlarının terk edilmesini savunması muhtemeldir. Asya’da, Tayvan üzerindeki gerilimler tırmanacak ve Çin’in olası bir devralması, ABD’nin Pasifik’teki üstünlüğünün sona erdiğinin sinyalini verecek.
Bu gelişmeler, gücün giderek daha fazla dağıtıldığı ve herhangi bir tek ulusun veya ittifakın egemenliğine meydan okuyan bir dünyayı yansıtıyor. Çok kutupluluk yerleştikçe, angajman kuralları da değişecek ve küresel oyunculardan yeni stratejiler talep edecektir.
Sonuç: Dönüşmekte Olan Bir Dünya
Önümüzdeki dört yıl, demokrasilerin dayanıklılığını, ittifakların dayanıklılığını ve ulusların hızla değişen küresel düzene ve iklim değişikliği gibi küresel zorluklara uyum sağlama yeteneğini test edecek. Merkantilizmin yeniden canlanmasından demokrasinin gerilemesine kadar, Trump başkanlığı muhtemelen uluslararası ilişkileri yeniden tanımlayan ve dünyayı 1945 öncesi döneme doğru iten eğilimleri katalize edecek. Bahisler yüksek. Uluslar bu çalkantılı çağda gezinirken, dönüşüm ve kaos arasındaki denge, 2029’un çok ötesinde küresel sistemin yörüngesini belirleyecek.
Yorum:
Trump 2.0 döneminde küresel dünya düzeninin beklenen dönüşümünün kısa bir Yönetici özeti.
Yine de bazı noktaların daha fazla detaylandırılması gerekiyor:
- James Jeffery’ye göre Trump, önceki döneminde ABD askerlerinin Suriye’den 3 kez çekilmesini emretmişti; DERİN DEVLET, Trump’ı alt etti ve emirlere uymadı. Dolayısıyla (dış politika söz konusu olduğunda) soru şu: Trump daha önce başarısız olduğu yerde şimdi başarılı olacak mı? ve bir yan soru: ABD dış politikasına nihai olarak kim karar veriyor: Beyaz Saray’daki POTUS mu yoksa perde arkasındaki kral yapımcıları mı? 2020 seçimlerinde James Jeffery’ye seçimden birkaç gün önce şu soru soruldu: Biden Beyaz Saray’a girerse ABD’nin Suriye politikasının nasıl etkileneceğini düşünüyorsunuz? tam bir güvenle cevap verdi: WH’de kim olursa olsun, ABD’nin Suriye’deki politikası değişmeyecek.
- AB ile ilgili olarak: Görünüşe göre Avrupa siyasi sınıfı omurgasız ve tamamen karmakarışık, çatışan ulusal akımlar ve özlemler nedeniyle hangi yönü izleyeceğini bilmiyor. Ukrayna, Avrupa’da enerji maliyeti üzerinde büyük etkisi olan Rus gazının akışını durdurdu, ancak AB dümensiz, ortalama Joe Smith ise acı çekiyor. Bu AB’nin daha da zayıflamasına yol açar mı?
- Çin konusunda, Çin, Tayvan konusunda ABD ile açık bir çatışmayı göze alabilir mi? Bana öyle geliyor ki, Tayvan sorunu bir sonraki güne ertelendi, Çin’in D gününe hazırlanmak için daha yoğun hale gelmesi ve Rusya’nın Çin ile aktif ilişkiler kurma ihtiyacından yararlanmasıyla….Ama bu aynı zamanda Japonya ordusunun yükselişine de yol açacak mı, Japonya’nın ABD ile bir miktar yük paylaşımı Doğu Asya olduğunu varsayacak mı?
- “Batılı” Demokratik kurumların çöküşüne ilişkin yorumu ilgiyle not ettim, devam eden Gazze Soykırımı’nın ışığında, dünyanın farklı bir yönetim sistemine daha açık olabileceğini ima ediyor gibi görünüyorsunuz?