Sömürge Mirasları: Tarih Bugünün Filistin’ini Nasıl Şekillendiriyor?

Sömürge Mirasları: Tarih Bugünün Filistin’ini Nasıl Şekillendiriyor?
TARİHİMİZİ BİLMEK önemlidir. Tarihimizi bilmek, bugün geldiğimiz noktaya nasıl geldiğimizi, hangi hataları yaptığımızı ve -umarız- bu hatalardan nasıl kaçınıp ilerleyebileceğimizi anlamaya imkan sağlar. Nitekim Peygamber Efendimiz ﷺ şöyle buyurmuştur: “Mümin bir delikten iki defa sokulmaz.” (Buhârî)
Ancak tarih karmaşık görünebilir. Çünkü tarih çoğu zaman gerçekleri gizlemek, bir milleti yüceltmek, diğerini baskılamak için kasıtlı olarak çarpıtılır. Birçok şey gizli yapılır ve sadece zamanla insanların ne yaptığını ve neden yaptığını keşfederiz. Öyleyse, hakkı batıldan ayırmak ve ondan doğru dersler çıkarmak için çaba sarf etmek gerekir.
Gazze’deki mevcut soykırımın ve Filistin’in işgalinin kökenleri Birinci Dünya Savaşı’na kadar uzanır.
İngiltere ve Avrupa imparatorlukları (ve dolayısıyla dünya çapındaki sömürgeleri) savaş halindeydi. Zaten zayıf ve çöküşte olan Osmanlı Hilafeti bu savaşa sürüklendi, bu da Müslümanlar için bir felaketti.
Bu, geniş çapta tartışılan kaotik bir dönemdi. Bu dönemde Müslüman dünyasını büyük ölçüde etkileyen ve etkileri bugün hâlâ hissedilen üç önemli anlaşma yapıldı:
1. Sykes-Picot Anlaşması (1916)
İngiltere, Hilafeti tamamen sona erdirme fırsatını görerek 1916’da gizli bir plan yaptı. Bu plan, Osmanlı Hilafetinin nihai olarak dağılmasında karşılıklı olarak mutabık kalınan etki ve kontrol alanlarını tanımlamak için Rusya İmparatorluğu ve İtalya’nın rızasıyla İngiltere ve Fransa’yı içeriyordu. Orta Doğu her zaman stratejik olarak çok önemli olmuştur, özellikle Akdeniz’i Kızıldeniz’e, Avrupa’yı da Hindistan ve Uzak Doğu’ya bağlayan insan yapımı bir kanal olan Süveyş Kanalı’nın kontrolü açısından.
Bu gizli anlaşma, İngiliz ve Fransız diplomatlar Mark Sykes ve François Georges-Picot tarafından hazırlandı ve Osmanlı’nın Arap Yarımadası dışındaki eyaletlerini İngiltere ve Fransa’nın kontrol ve etki alanlarına böldü. İngiltere, Filistin, Ürdün ve Güney Irak’ı kontrol edecekti. Fransa ise Güneydoğu Türkiye, Kuzey Irak, Suriye ve Lübnan’ı kontrol edecekti. Rusya Batı Ermenistan’ı ve Türkiye’nin bazı kısımlarını alırken İtalya Güney Anadolu’yu alacaktı.
2. McMahon-Hüseyin Yazışmaları (1915–16)
Sykes ve Picot müzakereleri sürdürürken, Mekke Şerifi Hüseyin bin Ali ile İngiltere’nin Mısır Yüksek Komiseri Albay Sir Henry McMahon arasında Osmanlı Hilafeti’nin yıkılmasını kolaylaştırmak amacıyla paralel görüşmeler yürütülüyordu. Temmuz 1915’ten Mart 1916’ya kadar süren bu mektuplaşmalarda, İngiltere hükümeti, Hüseyin bin Ali’nin Osmanlı Hilafeti’ne karşı Arap İsyanı başlatması karşılığında savaş sonrası Arap bağımsızlığını tanımayı kabul etti. Kısacası, kâfirlerle ittifak kurmak ve Müslümanlara ihanet etmek karşılığında Halep’ten Yemen’in Aden’ine kadar uzanan bir krallık vaadi verildi.
Bu arada İngiltere, Darin Antlaşması aracılığıyla Hüseyin’in rakibi İbn Suud’u da destekleyerek ikiyüzlülük yaklaşımını gösteriyordu.
3. Balfour Deklarasyonu (1917)
1896’da Yahudi gazeteci Theodor Herzl, Avrupa’daki antisemitizme çözüm olarak Yahudiler için bir devlet kurulmasını önerdiği ‘Der Judenstaat’ adlı eseri yazdı. Bu, siyasi Siyonizm’in temelini oluşturdu ve İngiltere’deki birçok etkili Yahudi’nin desteğini kazandı.
Balfour Deklarasyonu, İngiltere hükümetinin 1917’de (Birinci Dünya Savaşı sırasında) yayımladığı ve Filistin’de “Yahudi halkı için bir ulusal yurt” kurulmasını desteklediğini duyuran bir kamu bildirgesiydi.
Savaş Sonrası
Savaş sona erdi ve Avrupa müttefikleri zafer kazandı. Osmanlı Hilafeti sona erdi ve topraklar Sykes-Picot’a göre bölündü. İngiltere, Mekke Şerifi’ni şaşırtıcı olmayan bir şekilde aldattı. Planlandığı gibi Arap topraklarını asla alamadı. Aksine, Batı Arabistan’da kısa bir süre hüküm sürdükten sonra, İngiltere 1925’te İbn Suud’u destekleyerek Arabistan’ın sonunda onun yönetimine geçmesini sağladı ve böylece Suudi Arabistan Krallığı kuruldu. Mekke Şerifi’nin oğulları Ürdün’ün (Kral Abdullah) ve Irak’ın (Kral Faysal) başına geçti.
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, dünya genelindeki Yahudiler Filistin’e göç etmeye başladı. Bu süreç, İkinci Dünya Savaşı’nda yükselen Nazizm ile hız kazandı. 1946–1947 yıllarında İngiltere, artan Yahudi terörist faaliyetleriyle karşı karşıya kaldı ve bu da Filistin’i Birleşmiş Milletler’e devretmesine neden oldu. Elbette bu durum, 1948’de Siyonist devletin kurulmasını veya hemen ardından yaklaşık 700.000 Filistinlinin zorla yerinden edilmesini (Nakba) engellemedi.
Arap ülkeleri ile Siyonist devlet arasında 1948, 1967 ve 1973 yıllarında gerçekleşen savaşlar, bu yapının daha fazla toprak işgal etmesi, yenilmezlik efsanesini oluşturması ve Arap hükümetlerine onu tanıma bahanesi sunması için dikkatlice kurgulandı.
Siyonistler giderek daha fazla toprak aldı ve masum insanları katletti. Bugün 19 aydır süren Gazze soykırımı tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşiyor.
Bu tarihi anlamak, bugün gördüğümüz pek çok şeyi açıklar.
Yöneticilerimiz Neden Harekete Geçmiyor?
Arap isyanının kalbinde, halkı bölen ve zayıf tutan ikiz zehir yatar: açgözlülük ve milliyetçilik. Filistin çevresindeki devletlerin, sadece sözle destek vermekten öteye geçmemesi şaşırtıcı değildir. Zira bu devletler sömürgeciler tarafından kurulmuş ve hâlâ onların desteğiyle ayakta durmaktadır. Bölünmeden bu yana yöneticiler, ümmetin çıkarları pahasına sömürgeci veya milliyetçi çıkarları destekleyecek şekilde dikkatle seçilmiştir. Bizi bölünmüş ve zayıf tutmak için oradalar.
Batılı Hükümetlerin ve Kurumların Harekete Geçmesini Beklemek Neden Yanıltıcıdır?
İngiliz Lord Palmerston meşhur bir şekilde şöyle demiştir: “Bizim ebedî müttefiklerimiz yoktur, ebedî düşmanlarımız da yoktur. Ebedî ve daimi olan çıkarlarımızdır ve bu çıkarları korumak bizim görevimizdir.”
Bu fitnenin en başından beri arkasında kimin olduğunu ve bugün hâlâ kimlerin desteklediğini unutmayalım. Bu tür ulusların hükümetlerinin kendi çıkarlarına aykırı hareket etmesini bekleyebilir miyiz?
Biden, İsrail’e destek vermenin ABD için çok önemli bir yatırım olduğunu belirterek, “Yaptığımız en iyi 3 milyar dolarlık yatırım. İsrail olmasaydı Amerika Birleşik Devletleri bölgedeki çıkarlarını korumak için bir İsrail icat etmek zorunda kalırdı.”
Robert F. Kennedy Jr. ise şöyle dedi:
“İsrail bizim için bir siperdir… Bu, Orta Doğu’da bir uçak gemisine sahip olmak gibidir. En eski müttefikimizdir. İsrail ortadan kaybolursa, Rusya, Çin ve BRICS+ ülkeleri dünyadaki petrolün %90’ını kontrol edecek ve bu ABD ulusal güvenliği için felaket olur.”
Soykırım, bu çıkarların, Batı’nın savunduğunu iddia ettiği sözde aydınlanma değerlerinden ne kadar daha önemli olduğunu açıkça göstermiştir. Gerçekte, bu ülkeler soykırımın aktif ortaklarıdır. İsrail sonuçta onların Orta Doğu’daki sömürgeci yerleşim projesidir.
Benzer şekilde, BM, Uluslararası Adalet Divanı (ICJ), Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) gibi kurumlar da Büyük Savaşlar sonrası sözde barışı korumak için kurulmuş olsalar da, gerçekte beş daimî üyenin (veto hakkına sahip) çıkarlarını koruyan araçlardır. Birleşmiş Milletler bugüne kadar Filistin için hiçbir şey yapmadı ve yalnızca sömürgecilerin planlarına yardımcı olmuştur.
Antisemitizm Bir Avrupa Olgusudur
Bu hiçbir zaman İslam’ın sorunu olmamıştır. Yahudiler, ister Müslüman yönetimindeki Kudüs’te, ister Endülüs’ün düşüşünden sonra Osmanlı İstanbul’unda olsun, İslam’ın hâkim olduğu dönemlerde her zaman barış içinde yaşamışlardır. Yine de Filistinliler, Avrupa’daki antisemitizmin bedelini ödemiştir.
Yahudilerin Filistin’i atavatanları olarak hak iddia etme hakları yoktur. Kimse bugün İtalyanların, “Atalarımız Romalılar 400 yıl boyunca (MS 410 yılına kadar) bu topraklara hükmetti, o hâlde İngiltere bizimdir, İngiliz halkını da kovarız” demesini kabul etmez. Benzer şekilde Yahudilerin Filistin anavatanları olarak hak iddia etmeleri de saçmalıktır.
O bölgenin bilinen tarihine bakarsak, Yahudi halkı orada sadece yaklaşık 206 yıl hüküm sürmüştür (392 yıllık Hristiyan yönetimi, 800 yıldan fazla Müslüman yönetimi ve 3500 yıllık Kenanlı/antik Mısır yönetimiyle karşılaştırıldığında).
Çözüm: Ümmetin Hilafet Altında Birleşmesidir
Durumu değiştirmek istiyorsak, bize yapılanları tersine mühendislikle çözmemiz gerekir. Siyasi birliğimiz yok edildi, topraklarımız ihanetle parçalandı. Bu nedenle, topraklarımızı yeniden birleştirmeli ve samimi bir İslami liderlik altında siyasi birlik kurmalıyız. Düşmanlarımızın en çok korktuğu ve açıkça dile getirdiği şey budur.
Netanyahu geçtiğimiz günlerde şöyle demişti: “Yapmamız gereken daha çok zorluk, daha çok iş var. Ve misyonu tamamlayacağız. Ve vazgeçmeyeceğiz çünkü önümüzde olan şey, İsrail’in ebediyetini güvence altına almaktan başka bir şey değil. Ne için savaştığımızı ve neye karşı savaştığımızı biliyoruz. Bu canavarları görüyoruz ve Akdeniz kıyısındaki bu iddiayı kabul etmeyeceğiz. Buradan sadece birkaç kilometre uzakta herhangi bir hilafet kurulmasını kabul etmeyeceğiz.”
Ulus-devlet modeli artık son bulmalıdır. Bu yöneticiler gitmelidir. Sadece İslami Hilafet kabul edilebilir. Bugün ümmetin açık ve net çağrısı bu olmalı, hedefimiz de bu istikamette olmalıdır.
Kaynak: Living For İslam