Amerikalılara Güvenen Çıplak Kalır

ABC kanalı, kaynaklara dayandırdığı haberinde, Amerika Birleşik Devletleri’nin, Yahudi varlığına (İsrail) İran’a yönelik saldırılarında son derece hassas istihbarat ve veri sağladığını bildirdi. Kanal, “ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Cuma günü yaptığı açıklamada, ABD’nin İran topraklarına yönelik İsrail saldırılarına katılmadığını, ancak bu saldırıların İsrail tarafından kendilerine bildirildiğini ve İsrail’in bunu kendini savunmak için gerekli gördüğünü” ifade ettiğini aktardı. (RT Arabi, 13/06/2025)
Birincisi: Amerika Birleşik Devletleri, yalnızca çıkarlarını tanıyan bir kapitalist devlettir. Örneğin Fransa, Amerika’nın Britanya’dan bağımsızlık kazanma sürecinde çok sayıda destek sağlamıştı — bu destek Fransızların Amerikalılara sevgisinden değil, Fransa ile Britanya arasındaki uluslararası rekabetten kaynaklanıyordu. Ancak Amerikalılar bu Fransız desteğine nankörlük ve ihanetle karşılık verdiler. “Başkan Andrew Jackson, Fransa’nın geciken bazı ticari ödemeleri yapmaması halinde ona savaş ilan edeceğini söyledi. Bu durum, Fransızlar tarafından Amerikan Devrimi’ne verdikleri destek karşısında büyük bir nankörlük olarak görüldü.” Daha sonra ünlü Fransız siyasetçi Alphonse de Lamartine bu durumu şöyle özetledi: “Amerika’nın ülkemize karşı hiçbir sempati beslememesi beni hep hayrete düşürmüştür!”
Aynı şekilde Amerika, 1973 Paris Anlaşması’nı imzalayarak Vietnam Savaşı’na dair bir çözüm ortaya koydu. Bu anlaşmayla ABD, güçlerini bölgeden çekme kararı aldı. Bu karar, Güney Vietnam ordusunu zor durumda bıraktı çünkü kendi güçleri Kuzey Vietnam’a karşı direnemeyecek durumdaydı.
Afganistan’daki kuklasına ve çevresindekilere yaptıkları da aynıydı: ABD, karanlık bir gecede hiçbir bilgi vermeden çekildi ve onları bilinmezliğe terk etti.
İkincisi: Trump’ın iktidara gelişiyle birlikte “Önce Amerika” sloganı seçim programına dahil edildi. Bu da hem bir itiraf hem bir strateji hem de fiili bir uygulamaydı. Bu tutum, Ukrayna ile Rusya arasındaki savaşta açıkça ortaya çıktı. Trump, Amerika’nın Ukrayna’ya yaptığı yardımların karşılığının alınmasını istedi. Bununla da kalmayıp Ukrayna’dan, ellerindeki nadir metalleri paylaşmalarını talep ederek onları açıkça tehdit etti… Yani ABD’nin müttefiklerine ihanet etmesi, en yakın dostlarının bile kabul ettiği sabit bir gerçektir.
Avustralyalı stratejik çalışmalar profesörü Hugh White, Çin’in Asya’daki yayılmacılığına karşı bir savunma stratejisi geliştirilmesi gerektiğini, ancak bu stratejinin ABD’ye hiçbir konuda dayanılmadan hazırlanması gerektiğini yazdı. Çünkü artık ABD’nin desteği en yakın dostları için bile garanti değildir.
Üçüncüsü: İran, Amerika’ya birçok kritik destek sağladı. ABD, İran’ı, Irak’a karşı savaşta Körfez ülkelerini korkutmak için kudurmuş bir köpek gibi kullandı. Aynı şekilde İran, ABD’ye Afganistan ve Irak savaşlarında kendi çıkarına hizmet eden yardımlar sundu. Bu, İranlı bazı yetkililer tarafından da açıkça itiraf edilmiştir.
13 Ocak 2004’te, her yıl BAE Stratejik Araştırmalar Merkezi tarafından düzenlenen “Körfez ve Geleceğin Zorlukları” başlıklı konferansta konuşan İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı Muhammed Abtahi, “Ülkemiz, Amerika’nın Afganistan ve Irak’ta yürüttüğü savaşlara büyük yardımlar sundu. Eğer İran’ın iş birliği olmasaydı, ne Kabil ne de Bağdat bu kadar kolay düşerdi” dedi. Aynı sözleri, Rejim Menfaatlerini Belirleme Konseyi Başkanı Haşimi Rafsancani de tekrar ederek, “İran olmasaydı Kabil ve Bağdat düşmezdi” ifadelerini kullandı.
Dahası, ABD’nin isteğiyle Irak dosyası Suriye ve İran’a teslim edildi — bu, Baker-Hamilton Raporu’nda da yer aldı. Aynı şekilde İran, Suriye ve Lübnan’daki devrimleri bastırmak için de kullanıldı. İran’ın Suriye’deki iğrenç rolü ve oradaki katliamları herkesin malumudur. Lübnan’daki partisini ve Iraklı, Afgan milislerini de bu amaçla kullandı. Ancak ardından, İsrail’in bu partisine ve kollarına yönelik saldırılarında onları yüz üstü bırakıp kaderlerine terk etti. Aynı şekilde Yahudilerin Gazze’de yürüttüğü soykırım savaşında da Gazze’yi yüzüstü bıraktı.
Sonunda sıra İran’a geldi. Trump, İran’dan, Amerikan şirketlerinin çıkarlarını güvence altına alan ve nükleer silah elde etmesini engelleyen yeni bir anlaşma imzalamasını istedi. Ancak İran, daha önce ABD’ye yaptığı hizmetlerin kendisini koruyacağını sandı. İsrail’in kendisini hedef alma hevesini ve rejimini yok etme arzusunu hafife aldı. Bunun üzerine Amerikalılara sarıldı ama ABD, İsrail’e İran’ı vurması için yeşil ışık yaktı. Hatta onu bilgi, teçhizat ve silahla donatarak kendi adına tehditlerini uygulamaya koymasına olanak sağladı. Bu, klasik “havuç-sopa” siyasetidir.
Nitekim Trump, Cuma sabahı erken saatlerde şunları yazdı: “Şimdiden büyük can kayıpları ve geniş çaplı yıkım yaşandı. Ancak hâlâ bu saldırıların sonlandırılması için zaman var. Çünkü planlanan bir sonraki saldırılar çok daha yıkıcı olacak.” Trump ekledi: “İran bir anlaşma imzalamalı, yoksa geriye hiçbir şey kalmayacak… İran’a anlaşma yapması için tekrar tekrar fırsat verdik.” (Sky News Arabi)
İşte Amerika budur: Şer ekseninin merkezinde yer alan, halkları öldüren, zenginlikleri yağmalayan bir devlettir. Kim ona hizmet eder ve yardımda bulunursa, işi bitince onu ortadan kaldırır, bir kenara atar ya da sırtından hançerleyip cesedinin üstüne basarak yoluna devam eder. Peki bundan ibret alan var mı? Hâlâ ona güven kalmış mıdır?
Eğer ABD’nin müttefikleri dahi en zayıf anlarında terk edilip sırtlarından bıçaklanıyorsa, ya onun peşinde sürüklenenler ya da doğrudan ona hizmet edenler için durum ne olur?