Suudi-Pakistan Paktı Gerçekte Ne Anlama Geliyor?

Anlaşmanın, üzerine yazıldığı kağıttan daha değerli olup olmadığı henüz belli değil; zira düşman güçlü olduğunda veya çıkarlar farklılaştığında yardımın gerçekleşmesi mümkün olmayabilir.
Milliyetçilik ve etnosantrizmin başarısız olduğu yerde, zorunluluk galip geldi. Pan-Arabizm tarihin bir kalıntısıyken, Suudi Arabistan Krallığı, kesinlikle Arap olmayan ancak Müslüman olan Pakistan ile karşılıklı bir savunma paktı imzaladı. Paktı ayrıntıları henüz netleşmemiş olsa da, NATO tarzı Arap savunma gücü yakın zamanda Doha zirvesinde kesin bir dille reddedilen Mısır yerine Pakistan’ın tercih edilmesi, Arap dayanışmasının ve siyasi bir güç olarak Pan-Arabizm’in iflasını gözler önüne seriyor.[1]
Anlaşmanın, üzerine yazıldığı kağıttan daha değerli olup olmadığı henüz belli değil; zira rakip güçlü olduğunda veya çıkarlar farklılaştığında yardımın gerçekleşmesi mümkün olmayabilir. Budapeşte Muhtırası, ABD’nin Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne olan bağlılığına rağmen, Rusya’nın 2014 yılında Kırım Yarımadası’nı işgal etmesi sırasında garantör devlet statüsünü koruyamadığı bir örnektir.[2]
Anlaşmanın detayları henüz netleşmedi ve muhtemelen henüz müzakere edilmedi; zira anlaşmanın aceleyle imzalanması, ayrıntılar hakkında uzun ve karmaşık müzakerelerin önünü kesti. Açık olan şu ki, henüz kamuoyuna açıklanmayan anlaşma nükleer silahların konuşlandırılmasını da kapsıyor. Pakistan’ın artık Suudi Arabistan’a nükleer şemsiye sağlamak zorunda olup olmayacağı sorulduğunda, üst düzey bir Suudi yetkili Reuters’a şunları söyledi: “Bu, tüm askeri araçları kapsayan kapsamlı bir savunma anlaşması.” [3]
Anlaşmanın, üzerine yazıldığı kağıttan daha değerli olup olmadığı henüz belli değil.
Askeri açıdan bakıldığında, anlaşma biraz tek taraflıdır. Bir çatışma çıkması durumunda, İslam dünyasının tek nükleer gücü olan ve aynı zamanda İslam dünyasının en büyük ve en deneyimli ordusuna sahip olan Pakistan’ın, Suudi Arabistan’ın yardımına koşması beklenmektedir. Zira Suudi Arabistan, anlaşmaya imza atan ülke adına askeri müdahalede bulunma imkânına sahip değildir. Öte yandan, ekonomik açıdan bakıldığında, Suudi Arabistan, uzun süreli bir çatışma durumunda Pakistan’a kredi açma ve indirimli veya nominal oranlarda petrol tedarik etme imkânına sahiptir.
Suudi Arabistan ve Pakistan arasındaki sinerjiler onlarca yıldır biliniyor ve tartışılıyor. Hidrokarbon kaynakları bakımından yetersiz olan Pakistan, muazzam insan potansiyeline sahip sermayesiyle, hidrokarbon açısından zengin ancak insan kaynakları ve tarım açısından yetersiz olan Suudi Arabistan sermayesiyle rahatlıkla örtüşüyor.
Ortak düşmanlarla karşılıklı iş birliği, her zaman varoluşlarının doğal bir sonucu olmuştur. Hem Pakistan hem de Suudi Arabistan için, gelişmiş savunma iş birliği sayısız fırsat sunmaktadır. Fon eksikliği nedeniyle engellenen Pakistan savunması, sınırlı kaynaklarla çok şey başarmış olsa da, daha büyük ve daha zengin rakibi Hindistan’ın gerisinde kalmıştır. Suudi Arabistan’ın fonlamasıyla, AZM projesi de dahil olmak üzere projeler sekteye uğramıştır; 5. nesil bir savaş uçağı geliştirme programı ve radar ve hava savunma kabiliyetini yerli olarak geliştirmeye yönelik çeşitli projeler tamamlanabilir. [4][5]
Suudi Arabistan açısından, Krallık ABD’den gelişmiş silah sistemleri satın almış olsa da, Dost ve Düşman Tanımlama (Dost ve Düşman Tanımlama) sistemleri İsrail uçaklarını dost olarak işaretleyerek angajmanlarını engelleyeceğinden, bu sistemler İsrail’e karşı hiçbir koruma sağlamaz. Suudi Arabistan’da çok sayıda yetenekli üniversite bulunsa da, iş ahlakı eksikliği ve suçlamadan uzak bir kültür, yerli yeteneklerin geliştirilmesini engellemektedir.
Hem Pakistan hem de Suudi Arabistan için, geliştirilmiş savunma iş birliği sayısız fırsat yaratıyor
Zengin insan sermayesine sahip Pakistan bu boşluğu doldurabilir. Basitçe söylemek gerekirse, Suudi Arabistan’ın bir tankın taretini kaynaklayabilecek veya bir merminin kovanını 40 santigrat derecede zorlayabilecek veya buna istekli bir iş gücü yok.
Pakistan, onlarca yıldır Suudi Arabistan’a istekli ve yetenekli bir talip olmuştur. Öte yandan Suudiler, ABD’den bir savunma paktı talep etmektedir.[6] Tüm güvenlik tehditlerine karşı garantiler istemektedirler. ABD, Güney Kore ile sürdürdüğü gibi, dış tehditlere karşı koruma sağlayacak ve herhangi bir anlaşmanın İsrail ile normalleşmeye bağlı olacağı sınırlı bir savunma anlaşması teklif etmiştir. Ancak bu, Siyonist oluşumun Gazze’deki tutumundan sonra neredeyse herkes için tatsız bir hal almıştır.
Dahası, Körfez monarşilerinin şaşkınlığına rağmen, Orta Doğu’nun en büyük ABD üssünün varlığı bile İsrail’e karşı korumayı garantilemiyor. Görünüşe göre ABD artık müttefikini dizginleyemiyor. En önemlisi, ABD’nin sunduğu şey, anlaşmanın bir parçası olmayan rejim değişikliğine karşı koruma yerine dış tehditlere karşı korumaydı.
Suudi Arabistan ve hatta diğer Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri için Orta Doğu’daki bu son gelişmeler bir dizi endişeye yol açtı. Gazze’deki savaş, Suudi rejimi de dahil olmak üzere tüm Arap rejimlerini meşruiyet kalıntılarından mahrum bıraktı. Ahmed el-Şera’nın Suriye cumhurbaşkanlığına yükselişi, tüm Körfez İşbirliği Konseyi rejimlerinin Batılı destekçileri için kendi çıkarlarının her şeyden önemli olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Ulus devlet paradigması korunduğu ve çıkarları güvence altına alındığı sürece, bir halk ayaklanması durumunda ılımlı İslamcı rejimlerle uzlaşabilirler. Suudi ve BAE monarşileri için Müslüman Kardeşler konusundaki histeri bu tehdide dayanıyor.
Suudi Arabistan ve aslında diğer Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri için Orta Doğu’daki bu son gelişmeler bir dizi endişeye yol açtı
Dolayısıyla Suudi monarşik rejiminin tahminine göre, rejim değişikliğine karşı rejimi savunmayı da içeren, çok daha az yetenekli bir Pakistan ile yapılacak bir savunma paktı, bunu içermeyen, daha yetenekli bir ABD ile yapılacak bir pakttan daha iyidir.
Birçok kişi bunun ABD çıkarlarına temelden aykırı bir savunma paktı olduğunu varsaysa da, durum tam olarak böyle değildir; bu savunma paktının imzalanması ABD’ye bazı önemli ve stratejik avantajlar sağlamaktadır. Kongre’nin veya ABD halkının, Orta Doğu’daki çökmüş rejimlerden herhangi birini kurtarmak için ABD’nin müdahalesini ve beraberinde Amerikan kayıplarını destekleyeceğinin garantisi yoktur. Bu paktla ABD, bir dizi müşteri rejimin güvenliğini başka bir müşteri rejime devrederek, kendi üzerindeki yükü azaltmış ve daha önemli operasyon alanlarına odaklanmasına olanak sağlamıştır. Ayrıca, ABD ve Hindistan arasındaki ilişkiler, çıkar çatışmaları nedeniyle gerginleşirken, iki müşteri rejim arasında yapılan bir pakt, Suudi Arabistan’ın çok önemli bir yatırımcı olduğu Hindistan’ı, taleplerine uyması için baskı altına almaktadır. Daha da önemlisi, iç politika kaygılarıyla kısıtlanan ABD’ye, asi müttefiki İsrail’i dizginlemek için kullanışlı ve bir bakıma inkar edilebilir bir yol sunmaktadır.
Bu paktın ardındaki stratejik veya taktik nedenler ne olursa olsun, olaylar İslam dünyasını bölünmez bir bütün haline daha da entegre etmek için bir araya geliyor.
[1] Exclusive: Egypt’s Nato-style Arab defence force proposal rejected at Doha summit | Middle East Eye
[2] Budapest Memorandum – Wikipedia
[3] Saudi Arabia, nuclear-armed Pakistan sign mutual defence pact | Reuters
[4] Report: Pakistan’s Air Defence Systems – Quwa
[5] Defence Uncut | Why Pakistan’s Project AZM Fighter Failed (and What’s Next) – Quwa