Stratejik Bir Baskı Aracı Olarak Gümrük Vergileri

BRICS grubunu oluşturan on ülke — Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika, Mısır, Etiyopya, İran, Endonezya, Suudi Arabistan ve BAE — 6 Temmuz 2025 Cumartesi günü, Brezilya’nın başkenti Rio de Janeiro’da bir araya geldi. Toplantı sırasında, “Daha Kapsayıcı ve Sürdürülebilir Bir Yönetişim İçin Küresel Güney İş Birliğini Güçlendirme” başlıklı bir belgeye imza attılar. Bu belge, grubun çok taraflılığı teşvik etme, uluslararası hukuku savunma ve daha adil bir küresel düzen için çabalama yönündeki taahhüdünü vurgulamaktadır.
Ancak bu toplantıda yeni bir para sistemi çıkarılması ya da Ukrayna’daki savaş veya Ortadoğu gibi önemli uluslararası ya da bölgesel meselelerle ilgili hiçbir karar ya da girişim alınmadı. Bununla birlikte, BRICS grubu, zirvenin ortak bildirgesinde, ABD’nin yakında uygulamaya koyacağı gümrük vergilerini eleştirdi.
Buna karşılık olarak ABD Başkanı Trump, BRICS grubunun izlediği “Amerikan karşıtı politikalara” katılan her ülkeye ek %10 gümrük vergisi uygulanacağını açıkladı.
Trump’ın ek gümrük vergileri tehdidi, ekonomik politikaların jeopolitik hedeflerle giderek daha fazla iç içe geçtiği daha geniş bir ABD stratejisine işaret etmektedir. Çin’e yönelik gümrük tarifeleri başlangıçta ticaret dengesizliklerini düzeltmeye yönelik bir önlem olarak tasarlanmış olsa da, zamanla küresel ittifakları şekillendiren ve ekonomik sınırları yeniden çizen stratejik bir çatışma aracına dönüşmüştür.
Trump, ilk başkanlık döneminde Çin’e karşı şiddetli bir ticaret savaşı başlatarak, Çin mallarına 360 milyar dolardan fazla vergi koydu. Resmî gerekçe, haksız ticaret uygulamaları ve fikri mülkiyet hırsızlığı ile mücadeleydi; ancak stratejik belgeler ve düşünce kuruluşu analizleri, daha derin bir amacı ortaya koymaktadır: Çin’in teknolojik ve askeri bir güç olarak yükselişini engellemek. Heritage Foundation’ın 2022 tarihli “Yeni Soğuk Savaşı Kazanmak: Çin’i Durdurma Planı” başlıklı raporunda bu yaklaşım “jeoekonomik politika” olarak tanımlanmakta; gümrük vergileri, yaptırımlar ve ihracat kısıtlamaları gibi araçlarla ABD’nin hem ekonomik hem de güvenlik alanındaki üstünlüğünün sürdürülmesi hedeflenmektedir.
Bu strateji, Biden yönetimi altında da devam etmiştir. Çin’in yarı iletken ve yapay zekâ sektörlerine yönelik ihracat kısıtlamaları ve CHIPS ve Bilim Yasası bunun örneklerindendir. Bu tür önlemler, Pekin ile kurulan ekonomik bağların ABD ulusal güvenliği açısından tehdit oluşturduğu yönünde iki partili bir mutabakat olduğunu göstermektedir. Carnegie Uluslararası Barış Vakfı, ticaret ve yatırımların stratejik çıkarlar ve rekabetten ayrı düşünülemeyeceğini teyit etmiştir.
Güney Çin Denizi ve Hint-Pasifik bölgesi, bu stratejinin uygulama alanlarının başında gelmektedir. Gümrük tarifeleri, askeri sevkiyatların artırılması, seyrüsefer serbestliği operasyonları ve Çin’in deniz gücünü sınırlamaya yönelik AUKUS (Avustralya, ABD, Birleşik Krallık) ve Quad (Avustralya, ABD, Hindistan, Japonya) gibi ittifaklarla eş zamanlı yürütülmüştür. Politico 2024’e göre, Trump döneminde yürütülen ekonomik baskı kampanyaları Pentagon’un hedefleriyle yakından uyum içindeydi — hem Trump hem de Biden döneminde, öncesinde ve sonrasında.
Çin ise bu Soğuk Savaş tarzı kuşatma çabalarını tekrar tekrar reddetmiştir. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, “tek taraflı gümrük vergileri ve ticaret savaşları”nın küresel düzeni istikrarsızlaştırdığını belirtmiş ve bunun yerine “gerçek çok taraflılık” ve “kazan-kazan iş birliği” çağrısı yapmıştır.
Çin’in ulusal güvenlik stratejisini özetleyen bir belgede, Çin hükümeti “blok siyaseti”ni açıkça kınamıştır. Çin Dışişleri Bakanlığı, Trump’ın 2025 tarihli uyarısını “ekonomik zorbalık” olarak nitelendirmiş ve bunun dünyanın karşıt kamplara ayrılmasını amaçladığını belirtmiştir. Çin Dışişleri Bakanı, Trump’ın vergi artırımı açıklamasına cevaben şunları söylemiştir: “Gümrük tarifeleri, başka ülkelere baskı kurma, tehdit etme veya müdahale etme aracı olarak kullanılmamalıdır.” (Time, 2025)
Trump’ın son uyarısı, bu stratejik rekabette yeni bir aşamaya geçildiğini göstermektedir. BRICS bloğuyla ekonomik ilişkilerini derinleştiren ülkeleri cezalandırmakla tehdit eden ABD, çok kutuplu yeni bir dünyada sadakat sınırlarını yeniden çizmektedir. Trump yönetimi, BRICS’i Amerikan karşıtı politikaları kolaylaştıran bir platform olarak tanımlamakta — özellikle de doların küresel hâkimiyetini kırma, doğal kaynakları millileştirme ve IMF’ye alternatif çok taraflı kredi mekanizmaları oluşturma çabaları nedeniyle. (Financial Times, 2025)
Bu nedenle, ekonomik misillemeler artık yalnızca ikili ticaret dengesizlikleriyle ilgili değildir. Artık bağımsız blokların oluşmasını caydırmak ve ABD merkezli ticaret ve güvenlik yapılarını güçlendirmek için kullanılan küresel hizalama araçları haline gelmiştir. Brookings Enstitüsü raporlarına göre, bu gümrük tehdidi, Amerikan normları, tedarik zincirleri ve sermaye egemenliğine uygun şekilde küresel düzeni yeniden şekillendirmeye yönelik daha büyük bir kampanyanın parçasıdır.
Bu tehditlerin ciddi sonuçları olabilir. Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva, Trump’ın uyarısını “yanlış ve sorumsuz” olarak nitelendirirken, diğer BRICS üyeleri “küresel yönetişimin yeniden şekillendirilmesi” konusundaki kararlılıklarını teyit etti. Böylece küresel ekonominin parçalanma riski giderek belirginleşmektedir. Bu tür bölünmeler, paralel finansal sistemlerin, rekabetçi dijital altyapıların ve ideolojik olarak ayrışmış ticaret bloklarının ortaya çıkmasına neden olabilir — yani artık birçok kişinin “İkinci Soğuk Savaş” olarak adlandırdığı sürecin başlamasına. Bu savaş, vekâlet savaşlarıyla değil; gümrük vergileri, teknoloji kısıtlamaları ve tedarik zincirlerinin yeniden düzenlenmesiyle yürütülmektedir.
Mevcut uluslararası siyasi gerçeklik, tamamen idealist kapitalizmin tek ideolojik temeline dayandığı için, köklü bir değişim ihtimali görünmemektedir. Günümüz küresel düzeni, adalet, denge ve insan onurundan ziyade büyük güçlerin çıkarları doğrultusunda şekillenmektedir.
İşte bu yüzden dünya, yönetim ve servet dağılımı kavramlarını hem ulusal hem de küresel düzeyde yeniden tanımlayacak yeni bir ideolojik temele acilen ihtiyaç duymaktadır. İslam, ideolojik bir sistem olarak, adaletin tarihsel uygulamalarıyla belgelenmiş geçmişi ve hâkimiyetin ve kanun koymanın Allah’a ait olduğu fikrine dayalı köklü fikrî altyapısıyla bu rolü üstlenmeye muktedirdir. Haklar ve sorumluluklar arasında bir denge kurarak, insan refahı ve adaleti hem siyasi hem ekonomik sistemin merkezine yerleştiren ideolojik bir model sunmaktadır.
﴿لَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ وَأَنزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْمِيزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ وَأَنزَلْنَا الْحَدِيدَ فِيهِ بَأْسٌ شَدِيدٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ وَرُسُلَهُ بِالْغَيْبِ إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ﴾
“Andolsun, peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik. Onlarla birlikte Kitabı ve mizanı (ölçüyü, adaleti) indirdik ki insanlar adaleti ayakta tutsunlar. Kendisine çetin bir kudret ve insanlara faydalar yüklediğimiz demiri de indirdik ki Allah, kendisine ve peygamberlerine görmeden yardım edenleri ortaya çıkarsın. Şüphesiz Allah çok kuvvetlidir, mutlak galiptir.” (Hadid 25)