İran Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney’in Başdanışmanı Ali Ekber Velayeti, İran’ın geçmişte ABD ile Afganistan ve Irak’ta iş birliği yaptığını itiraf ettiğinde yıl 2016’ydı.
İran gazetesine verdiği röportajda, Tahran’ın daha önce ABD ile birkaç kez görüşmeler yaptığını ifade eden Velayeti, ancak ABD’nin müzakerelerde uzlaşılan konuların aksine hareket ettiğini dile getirdi. Velayeti, İran’ın ABD ile ilk olarak Afganistan konusunda müzakereler yürüttüğünü belirterek, şunları söylemişti:
“İran o sırada ABD’yle Birleşmiş Milletler (BM) bayrağı altında Taliban’la ortak mücadele hedefiyle görüşmeler yaptı. O görüşmeler sırasındaki BM’deki daimi temsilcimiz (İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad) Zarif’ti. O sırada biz Pencşir vadisinde Taliban’a karşı hareket eden Ahmed Şah Mesud’a destek veriyorduk. Afganistan’ın büyük bir bölümü Taliban’ın elindeydi. O şartlarda İran olmasaydı Amerikalılar, Afganistan’a giremezdi. Onlar Afganistan’a girme fırsatını yakalayana kadar görüşmelerden yararlandı ancak Afganistan’a egemen oldukları anda İran’ı şer ekseninin üç ülkesinden biri olarak nitelediler”
Tıpkı Humeyni’nin ölümünden sonra Velayet-i Fakih koltuğuna oturan Hamaney’in sağ kolu olan Haşimi Rafsancani ve bir dönem cumhurbaşkanlığı koltuğunda da oturan ve halkın çocuğu olarak bilinen Ahmedi Necat da Irak ve Afganistan’ın işgalinde Washington’a yardım ettiklerini sonra da sırt döndüğüne yönelik bu tür itiraflarda bulunarak ABD’ye sitem etmişti.
Bugün ise İran, Ortadoğu’da daha geniş ölçekli bir kovulma ve aşağılanmayla karşı karşıya zira Suriye’de istenilen hedeflere ulaşıldı, Irak zaptedildi ve yeni bir siyasi konjonktür oluşuyor.
ABD ve Müslümanların topraklarına yerleştirilmiş gecekondu oluşum ‘İsrail’in tüm planlarını ve Beyaz Saray’daki koltuğuna ikinci defa ve bu sefer marjinal söylem ve girişimlerle oturan Donald Trump’ın başlattığı “normalleşme” sürecini alt üst eden 7 Ekim 2023 Aksa Tufanı ile başlayan çatışmalarla İran büyük bir darbe aldı. Öyle bir Tufandı ki İran’ın haberi olmadan gerçekleştirildiği için başarıya ulaştığı yorumları, İran’ın haberi olmadığını bizzat itiraf etmesi ile bu tezi doğrular nitelikte bir açıklama olmuştu.
İran’ın, Lübnan’daki siyasi dengelere büyük ölçüde etki eden ve silahlı kanadının da bulunduğu partisi Hizbullah’ın, işgalci ‘İsrail’in çağrı cihazları ve telsiz saldırılarıyla geniş çaplı bir saldırıya uğraması büyük yankı uyandırmıştı. Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Dışişleri Bakanı Abdullahiyan’ın şaibeli helikopter kazasında hayatını kaybetmesi üzerine cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Pezeşkiyan’ın yemin töreninin gerçekleştiği gün, Hamas Siyasi Büro Şefi İsmail Haniyye’nin Tahran’da şehit edilmesi, İran’ın eminliğinin sorgulanmasına neden olmuştu ve bu büyük olay kendi evinde aşağılanması olarak tarihe geçmişti. Ardından İran’dan havalanan yüzlerce drone ve füzenin ‘İsrail’e ulaşsa da tek bir can kaybına yol açmaması de dünya çapında alaya alınan bir başka gelişmeydi.
Suriye’de ‘İsrail’ tarafından karargahları ve konsolosluk binasının hedef alınması, Lübnan’da Hizbullah’ın üst düzey komutanları ve en tepesindeki adam Hasan Nasrallah’ın sığınak delici bombalarla katledilmesi yeni bir döneme işaret ediyor. Artık Lübnan’da resmi ordu dışında bir gücün varlığı kabul edilmeyecek. Hasan Nasrallah için 23 Şubat 2025 tarihinde Lübnan’da yapılan veda gösterisi esnasında, işgalci ‘İsrail’ F-35’lerinin semada alçak uçuş yaparak çıkardıkları yüksek sesle “tepenizdeyiz” mesajı veriliyordu.
Aslında Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belliydi. 3 Ocak 2020 tarihinde Irak’ın başkenti Bağdat’ta ABD tarafından Bağdat Uluslararası Havaalanı yakınlarında bir araç konvoyu hedef alınarak Kudüs Gücü komutanı Tümgeneral Kasım Süleymani, beraberinde Haşdi Şabi komutanı Ebu Mehdi el-Mühendis de dahil olmak üzere sekiz kişi öldürülmüştü. Hedef alınan kişiler özellikle Irak, Suriye ve Lübnan’da, İran’ın direktifleri doğrultusunda sahayı şekillendiren kişilerdi.
Tıpkı Afganistan ve Irak’ta istediği hedefler ulaşana kadar havuçla beslenen İran için artık kendi evinde, Lübnan’da ve Suriye’de sopa zamanı gelmişti. Suriye’de ilerleyen İslami devrime karşı sahaya takviye güç sürmek için 2014 yılında Kırım’ın işgaline göz yuman ABD, bir yandan da Şah zamanında başlatılan barışçıl nükleer çalışmaların önünü açan anlaşma ile hem Rusya hem de İran’a havuçlarını uzatmıştı. Washington ardından Ukrayna savaşı ile Rusya’yı askeri ve ekonomik olarak yıpratarak, Lübnan ve ardından Suriye’de ise aşağılayıcı bir mağlubiyet ile İran’a sopasını uzatmış oldu. Fakat sopanın da bir ayarı var zira Washington, ne Rusya ne de İran’dan vazgeçemez. Müzakere masaları ufukta görünüyor…
Trump’ın deyimiyle Suriye’nin anahtarı Ankara’ya verilirken Halep’in muhalifler tarafından iki gün içinde ele geçirilmesi İran’ın hem medyasında hem de siyasette bir şok etkisi yaratmış izlenimi veriyordu. Evet artık her şey kontrol altına alınmış ve Suriye devriminin anahtarı ele geçirilmişti.
İran devletinin resmi ajansı İRNA ve önde gelen diğer İran bağlantılı ajansı Tasnim, Halep’teki olayları güncelden çok farklı bir biçimde sanki iki gün geriden gelerek aktarıyor olsa da çoktan Halep düşmüş, kahramanca çatışmaya devam ettiğini iddia ettiği Şii milisler ise tası tarağı toplamadan çoktan Irak sınırına doğru yola çıkmıştı.
Dikkat çekici önemli nokta ise muhaliflerden tekfirci teröristler ya da HTŞ’nin (Heyet Tahrir Şam) önceki ismi olan Nusra Cephesi diye bahsedilmesiydi. Bu söylemlerin önemi, sadece dünya kamuoyunu etkilemek için değil, aynı zamanda ekonomik zorluklar içinde hayatını idame ettirmeye çalışan kandırılmış İran halkını, türbeleri korumak için Suriye sahasına girme bahanesine meşruiyet için de kullanıyor olmasıydı.
İran’ın dış siyasette verilen rolünü perdelemek için kullandığı üç sac ayağı olan Pers milliyetçiliği, Şii hamaseti ve İslam’ın muhafızlığından biri olan Şii hamaseti devreye sokulmuş ve halkın tepkisinin önü alınmaya çalışılmıştı.
Burada hem Esed rejimi ve destekçisi İran’ın terörizmle mücadele ettiği havası estirilirken, diğer taraftan Şiilerin düşmanlarının harekete geçtiği korkusu yayılarak 12 yıllık yalan ve başarısızlığın üstü örtülmeye çalışılıyordu.
Gazze ve Lübnan’daki savaş sürecinde Suriye, İran ve Lübnan’daki ‘İsrail’ saldırıları ve suikastlerle ciddi prestij kaybeden Tahran, halkını teskin etmek için hamasi söylemleri de kullandı.
İran Dışişleri Bakanı Seyyid Abbas Arakçi, Esed düşmeden birkaç gün önce Halep operasyonu sırasında tamamıyla iç kamuoyuna yönelik bir mesaj vererek, Suriye’deki son günlerde yaşanan gelişmeleri ‘İsrail’ rejiminin direniş karşısında aldığı yenilgilerin ardından bölge istikrarını ve güvenliğini bozmayı hedefleyen ABD-Siyonist bir tasarım olarak nitelendirmişti.
Bu hengamede en dikkat çeken açıklama Ayetullah Hamaney’den gelmişti. Hamaney, ABD ve ‘İsrail’in yanı sıra “Komşu bir hükümetin’’ Suriye’de yaşananlardan sorumlu olduğunu söylemişti.
Hamaney, Suriye’de yaşanan olaylara ilişkin, “Suriye’nin bir komşu hükümeti bu konuda açık bir rol oynamaktadır, oynamıştır ve oynamaya devam etmektedir. Ancak esas komplocu, planlayıcı ve komuta merkezi Amerika ve Siyonist rejimdir’’ diyerek hem Türkiye’ye işaret etmiş hem de sahayı kontrol eden gücün de ABD olduğunu ifade etmişti. Ancak bu ifadeler, Suriye devrimi başladığından beri Esed rejiminin zulümlerine karşı ayaklanan ve İslami bir devrim başlatan Suriye halkına karşı sahada rahatça savaşan İran’ın da hangi siyasi eksen etrafından döndüğünün de bir itirafıydı.
Suriye devriminin saçlarını ağarttığını itiraf eden Obama yönetimiyle 2015 yılında küçük düşürücü nükleer anlaşmayı imzalayan İran, bugün Trump ile masaya oturmak için göz kırpıyor. Hamaney her ne kadar Şubat ayının başında “Amerika gibi bir devletle müzakere etmek akıllıca, zekice ve onurlu bir davranış değildir” diyerek halka oynasa da kurmayları masaya oturmak için göz kırpmaya devam ediyor.