Suriye’de 60 yıllık bir ceberrut Baas rejimin yıkılmasıyla birlikte siyasi denklem yeniden belirlendi. Özellikle küresel güçler çıkarlarını garantileyerek yeni siyasi zeminde roller belirliyorlar. Başta ABD ve Avrupa olmak üzere Beşar Esad’ın devrilmesi sonrası adeta birbirleriyle kapışır cinste Şam’a ziyaret üstüne ziyaretler yapıyorlar. Sadece Şam’a değil bu manada SDG/YPG güçlerinin elinde bulundurduğu Suriye’nin Kuzeyine ziyarette bulunmaktalar.
Yazımın konusu Suriye’nin Kuzeyi olduğu için ben biraz daha bu konuya eğilmek istiyorum. Malumunuz yaklaşık iki ay önce ‘Sınırlı Halep Operasyonu’ ile muhaliflerin operasyon başlatarak Şam tiranını devirdiler elhamdülillah. Operasyonun başından Beşar’ın devrilmesine dek SDG’nin takınmış olduğu tavır ve edinmiş olduğu konum adeta danışıklı bir anlaşmanın şartları gereği ufak çaplı pürüzlerin dışında muhaliflerle bir çatışmaya girmediler.
Fırat’ın Doğusuna Doğru Konumlanma
Sınırlı Halep Operasyonun başlamasıyla birlikte SDG varlıklarının Fırat’ın doğusuna doğru geri çekildiklerini gördük. Tel Refat, Münbiç, Rakka ve Deyr Zor gibi bölgeleri teslim ederek geri çekildiler. Karşılıklı bir anlaşma dahilinde olduğunu o dönemde SDG tarafından yapılan açıklamalarda görmekteyiz.
Nupel haber sitesinde geçen bir habere göre SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi, X hesabında yaptığı açıklamada: “Halkımızın korunmasını sağlamak ve onları Tel Rıfat ve Şahba bölgelerinden güvenli bir şekilde ülkenin kuzeydoğusundaki güvenli bölgelerimize doğru uzaklaştırmak için Suriye’deki tüm aktörlerle iletişim kurmak için çalışıyoruz.” dedi.
Mazlum Abdi’nin bu açıklamasından da anlaşıldığı üzere bölgede ki Kürt gruplarının tasfiyesi için savaştan çok uzlaşma odaklı oldukları görülüyor.
Rudaw’da geçen bir habere göre ise: Halep merkezinde bulunan iki Kürt mahallesindeki SDG’li askeri oluşumların tasfiyesi için bir anlaşmaya varıldığı bu anlaşmada aracıların ise Amerika olduğu açıklanıyor.
Şarkul Avsat’ta ise: Özerk Yönetim Afrin ve Şehba İlçe Meclisi Başkanı Bekir Alo Şarku’l Avsat’a telefonla verdiği demeçte, Halep kenti ve kuzey kırsalını terk etme kararı aldıklarını belirterek, “Türkiye’ye sadık grupların paralı askerleri tarafından kuşatıldıktan sonra halkımızın katledilmesini önlemek ve masumları korumak için kendi özgür irademizle bölgeyi terk etmeye karar verdik” dedi.
Yukarıda geçen haberlerde de görüldüğü gibi operasyonun başından sonuna kadar karşılıklı bir irade ile anlaşmaya varıldığı görülmektedir. Bu irade dahilinde Muhaliflerin zalim ve diktatör Beşar’ı devirdikten sonra ülkenin geneline hakim olmasıyla birlikte merkezi hükümetin kurulması ve silahlı grupların lav edilmesi gündeme geldi. Muhalif bileşenlerin hemen hemen hepsi silahlarını teslim ederek merkezi hükümetin oluşmasında hızlı bir adaptasyon oluşturuldu. Ancak bu konuda SDG diğer gruplar gibi hızlı cevap vermemekle birlikte belirli bir takım istek ve talepler öne sürerek bunların karşılanmasında ısrarcı olduğunu görüyoruz. Bu talep ve istekler elbette ki SDG oluşumunun nevi şahsına münhasır değildir. Zira bölgede birçok ülkenin siyasi nüfuzu olmakla birlikte her bir ülkenin istekleri diğer ülkelerin istekleriyle çelişmektedir.
Türkiye SDG/YPG’nin Lağvedilmesini İstiyor
Operasyon başından bugüne Türkiye kontrolünde bulundurduğu SMO grupları ile SDG’yi baskılayarak Fırat’ın doğusuna sürdü. Son günlerde SMO ve SDG arasında çatışmaların bölge kontörlü açısından stratejik konuma sahip Tişrin barajının hakimiyeti konusuna odaklandı. Türkiye SDG/YPG oluşumunun silahları bırakıp lağvedilmesi arzusunda olsa da bu manada asıl karar vericilerin ABD olduğu inkar edilemez bir gerçek. Zira Suriye devriminin başından bugüne YPG varlığını destekleyen tonlarca silah ve mühimmat vererek var eden ABD’nin kendisidir. Türkiye bu gerçeği bildiğinden her ne kadar bölgede SDG güçlerini istemese de ABD’nin baskısından ötürü bu isteğini salt SDG içindeki PKK varlıklarının bölgeyi terk etmesine eviriyor. Konuyla ilgili Dışişleri Bakanı Hakan Fidan yaptığı bir açıklamada, “Suriye devleti kendi milli bütünlüğünü sağlamak için çeşitli ülkelerden gelmiş bütün PKK’lıları ya geri gönderecek ya da imha edecek.” dedi. Bu ise zaten ABD’nin bölge üzerindeki genel siyaseti ile uyumlu.
Avrupa SDG/YPG Üzerinden Bölgede Nüfuz Edinmeye Çalışıyor
Hem nüfuz edinme çabaları ve hem de bölgenin İslami bir sürece evrilmemesi için Avrupa devletleri SDG/YPG varlığının garantilenmesi yeni Suriye devletinde bir statü verilmesi için ciddi bir irade ortaya koyduklarını görmekteyiz. Yeni Şam hükümetini ziyaret eden neredeyse tüm Avrupa devletleri aynı zamanda SDG güçlerini ziyaret ettiğini bu manada güçlü destek verdiği görülüyor. Bu ziyaretlerin bir diğer önemli boyutu ise SDG/YPG içindeki PKK varlıklarının olduğu gibi kabul edilmesidir. Bu anlamda Kürt güçlerinin bölgede birlikte hareket etmesi için özellikle Fransa’nın ciddi girişimleri olduğu aşikar. Bu birliktelikten kasıt ise PKK varlıklarının da içinde olduğu bir oluşumun olması. Fransa’nın bu tarz girişimlerine işaret ederek Hakan Fidan “Avrupa’daki bazı küçük ülkelerin Amerika’nın şemsiyesi altında belli operasyonlara katılıp oradan söz söylemeyle ilgili geliştirdikleri politikaların ne kendilerine ne de bölgeye açıkçası katkı yaptığını düşünmüyorum. Amerika’nın olmadığı bir yerde kendileri bölgeye gelip, operasyon ve askeri güç bulundurabiliyorlarsa, görelim. Bunun böyle olmadığını biliyoruz.” Demişti.
Dolaysıyla Avrupa’nın PKK politikası ABD, Türkiye ve Şam tarafından kabul görmemekte. Ancak YPG varlıklarının bir güç olarak Suriye’de bulunması ise şimdilik ABD ve Avrupa’nın ortak siyasetidir diyebiliriz.
ABD SDG/YPG Güçlerini Koruyor
Sınırlı Halep Operasyonu başlangıcından bugüne ABD, SDG’yi koruduğu, desteklediği ve bu süreçte mühimmat desteği verildiğini görüyoruz. Operasyonun ilk günlerinde gelen birtakım haberlerde Muhalif gruplar ile SDG arasında arabuluculuğu ABD yaptığı bildirilmişti. Diğer yandan geçtiğimiz ocak ayı sonlarında bile ABD, SDG güçlerine mühimmat desteğinde bulundu. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) 31 Ocak’ta yaptığı bir açıklamada, “ABD’den Rojava’ya 80 araçlık ağır silah, zırhlı araç ve lojistik sevkiyatı” yapıldığı bildirildi. Görüldüğü gibi ABD bölgede kendisine sadık ve her zaman kullanabilecek güçleri destekliyor. Bu oluşumu bölgede var edende 2004 yılında yine ABD’nin kendisidir.
İlanihaye Biladuş-Şam gibi İslam ve Müslümanlar için mukaddes olan ve hilafete giden kapıyı kontrol etmek ABD’nin hayati önem verdiği bir konudur. Bu sebeple laik ve demokrat yapıların bölgede varlığı korunulacaktır. Olası yeni İslami ayaklanmalar için bu varlıkları anında kullanabileceği yada Suriye’de kontrolleri elinde tutmak namına kısa vadede kendine menkul bir güç olarak Suriye Ordusuna dahil olması ABD’nin bir isteği diyebiliriz.
Yeni Suriye Hükümetinin Düşüncesi
Yeni Suriye Hükümeti bu konuda ABD ve Avrupa’nın baskılarına boyun eğdiğini dile getirebiliriz. Bütün İslami gruplarda silahların teslimi konusunda verilen alel acele tavır SDG konusunda müzakere ve pazarlıklara evrildiğini görüyoruz. Mazlum Abdi AP’ye verdiği bir röportajda, “Şam ile görüşmelerde en önemli başlığın DSG’nin konumu olduğunu, prensipte savunma bakanlığının ve Suriye’nin savunma stratejisinin bir parçası olmak istediklerini” Belirtti. Tabi bu istek ve arzuların yönetimde nasıl işleyeceği daha muğlak ve net olmayan bir süreç. Pazarlıklar hala sürmekte. Yönetimde bulunup bulunmayacakları, bu konudaki istek ve taleplerin ne yönde olduğu hala netleşmemiş. Fakat süreç itibariyle anladığımız şu ki SDG kendine menkul bir güç olarak Suriye Ordusuna bağlanılabilir. Konuyla alakalı Suriye TV’ye Ahmet Şara, “DSG, silahların devletin elinde olmasını kabul etme konusunda istekli olduğunu gösterdi, ancak bazı detaylarda anlaşmazlıklar var” şeklinde açıklama yaptı.
Tüm bu detaylardan sonra anlıyoruz ki ABD ve Avrupa, SDG’yi kısa vadede koruyarak Suriye Hükümetinden emin olmak ve ileriki süreçlerde Kürt oluşumlarını çıkarları doğrultusunda Suriye Hükümetine bağlı bir oluşum olarak kullanmak istemektedirler. Göründüğü kadarıyla Türkiye ve Suriye Hükümeti de bunu kabul etmiş gibi. Zira hem Hakan Fidan’ın, Hem Ahmet Şara’nın açıklamaları bu yönde yorumlanabilir.
Mamafih Kuzey Suriye’de SDG/YPG varlığı batılı güçlerin çıkarlarının garantilendiği, batıl, laik ve demokratik düzenlerin güvenliğinin garantörü olarak beslendiği bir yapı olarak devam edecek. Bunu ise Türkiye ve Suriye Hükümeti kabul etmiş durumda.
Asırlardır bu coğrafyada İslam’ın mihmandarlığını yapan Kürt halkının gücünü batılı düzenlerinin garantörü olarak batı güçlerine sunmak utanç vericidir. İslam coğrafyası tıpkı Selahaddin Eyyubi dönemi gibi bir kurtarıcı beklerken Kürt halkına yakışan yine bu coğrafyada Kudüs’ün ve Gazze’nin bil cümle İslam coğrafyasının kurtuluşu için adım atmaktır. Binlerce alim ve ulemanın beldeleri olan bu topraklar şimdilerde Tump kafirinin hizmetine sunulmuş adeta bir buton gibi her an basıldığında hizmet yapaya hazır hale gelmesi biz Müslümanlara ardır.
Bu mübarek topraklar batılı güçlerin ve kölelerinin prangalarından yalancı, sahte devrimler ve kirli pazarlıklar ile değil Hilafet Devletinin ordularının sadece ayak sesleriyle biiznillah kurtulacaktır. Bir Müslüman Kürt olarak bu ulvi ideal ve gaye yaşarım. Ve bir gün elbet…