Osmanlı Devleti’nin son yıllarında yaşanan siyasi, ekonomik ve fikrî buhranlar, içeride ciddi ayrışmalara ve derin çatışmalara zemin hazırlamıştı. İngilizlerin entrikaları ve yerel işbirlikçilerin desteğiyle II. Abdülhamid tahttan indirilmesi, bu sorunların kartopu misali büyümesine yol açtı. Ardından iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin izlediği ademi merkeziyetçi politikalar, Osmanlı’nın dağılma sürecini hızlandırmıştı. Bu politikaların neticesinde yaşanan ekonomik kriz ve siyasi istikrarsızlık, dış dinamiklerin müdahalesini kolaylaştırdığı gibi hilafetin ilgası için uygun bir zeminde hazırlanmış oldu.
Hilafetin kaldırılmasıyla Osmanlı coğrafyasında elliye yakın ulus-devlet ortaya çıktı. Bu yeni devletler, geçmişleriyle bağlarını kopararak batı’nın siyasi ve toplumsal paradigmalarına göre şekil aldı. Ancak bu ulus-devletlerin bu süreçte izlediği yol ve uyguladığı politikalar, sömürgeci batıyı memnun ederken Müslüman halklara zorlu bir hayat yaşattırmıştı.
Osmanlı enkazı üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti de aynı doğrultuda hareket ederek, Osmanlı’nın bir parçası olan Müslüman Kürt halkına çeşitli baskı politikalarını uygulamıştı. Cumhuriyet rejimini kuran ilk kadro, sömürgeci batıya karşı halim davranırken Müslüman tebasına karşı çok zalimce davrandı. Bu kadro, batıdan emanet olarak aldığı yeni rejimi korumak ve tahkim etmek için her türlü zulmü işledi.
Bin bir türlü entrikalar ile Osmanlıyı ortadan kaldıran bu zihniyet, ulus bilinci inşa yolunda demir yumruk siyasetini benimseyerek merkezi siyasetin rotasından sapan her anlayışı ve faaliyeti hayati bir tehlike olarak görüyordu. Bu nedenle Kürtlerin Osmanlı’da sahip oldukları özerk statülerini talep etme ihtimali, Cumhuriyet rejimini kuran kadroyu Kürtlere yönelik sert politika benimsemeye sevk etti. Özellikle Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaşanan Şeyh Said Kıyamı, Dersim isyanı, Oramar ayaklanması, Raman Tedip hadisesi, Sason direnişi, Mutki, Zilan ve Hazro ayaklanmaları, devletin Kürtlere karşı daha baskıcı ve güvenlik odaklı bir yaklaşım sergilemesine neden oldu.
Bu bağlamda devlet, Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelerde sıkı güvenlik politikalarını uygularken, eğitimde asimilasyon politikalarını devreye koyarak Kürt dili ve kültürüne adeta savaş açmıştı. Devletin, Kürt bölgesini ekonomik, eğitim, sağlık ve kamu hizmetlerinden mahrum bırakma neticesinde halkın içerisinde çok ciddi sıkıntılar meydana gelmiş oldu. Özellikle bölgede ekonomik geri kalmışlık, işsizlik ve yoksulluk, Kürt halkı arasında toplumsal huzursuzluğu meydana getirmişti. Bu baskı politikaları 1960 askeri darbe sonrası hazırlanan anayasa sürecine kadar kesintisiz bir şekilde devam etti.
Cumhuriyet rejimi 1961 anayasası ile birlikte “sosyal devlet ilkesi” ve temel hak ve özgürlükler konusunda kısmi bir açılım sağladı. Bu süreç Türkiye’de sol ve sosyalist fikirlerin gelişimine zemin hazırlarken, örgütlenme ve hak mücadelesi konusunda Kürtlere yeni bir alan açılmış oldu. Bu tarihlerde doğudan batıya göç eden Kürt gençleri, büyük şehirlerde devletin ekonomik, siyasi ve sosyal alanda uyguladığı ırkçı ve ayrılıkçı politikaların farkına vardı. Aynı zamanda Üniversite ve sendikalarda örgütlenen sol yapılar, ezilen Kürtleri kendi mücadelelerinin doğal müttefiki olarak görmüş oldu. Devletin baskıcı uygulamalarından dolayı sistemden uzaklaşan Kürt gençleri, sosyalist hareketlerin “eşitlik, özgürlük ve adalet” temalı söylemlerine ilgi duymaya başladı.
Özellikle 1960’lı ve 70’li yıllarda sol hareketlerin öne çıkardığı şu sloganlar, Kürt gençleri üzerinde çok etkili oldu. “Türk ve Kürt halkı kardeştir” “Halkların kendi kaderini tayin etme hakkı” “Dilimize ve kimliğimize sahip çıkalım” “Ne ezen ol ne ezilen” “Toprak köylünündür” “Kürdistan işgal altındadır”” gibi sloganlar, gençlerin duygularını okşayarak sol hareketlere yürümenin adımlarını hızlandırmıştı. Mahir Çayan’ın THKP-C’si, Deniz Gezmiş’in THKO’su, ve DDKO’nun doğudaki faaliyetleri, Kürt gençleri için devlete karşı mücadelede cazip alternatifler sunmuştu. Dolayısıyla Kürt gençlerin yaşadığı baskılar karşısında, sol-sosyalist söylemlerin sunduğu devrimci mücadele, gençlerin sisteme karşı isyan etmelerini sağladı.
Devletin uyguladığı politikalar, Kürt gençleri üzerinde sol örgütlerin söylemlerini cazip hale getirirken Kürt gençlerin örgütlü hareket etmelerini sağlayacak entelektüel kimlikli şahısların ortaya çıkmasına da yardımcı oldu. Musa Anter, Tarık Ziya Ekinci, Faik Bucak, Sait Elçi ve Yaşar Kaya gibi isimler, Kürt kimliğinin teorik ve pratik zeminini oluşturmada öncü rol oynadılar. Sosyalizmi benimseyen Musa Anter’in Bedirhan ailesinin Kemalizm’e kayan Çınar soyadlı kesimiyle ve Mülkiye Rektörü Şükrü Baban’la yakın durması Dicle öğrenci yurdunun yönetiminde etkili olmuştu. Bu yurt, Doğu ve Güneydoğulu gençlere barınma imkanı sağlamak için kurulmuştu. İşin tuhaf tarafı bu yurdun Fahri başkanı, Kürtler hakkında tehcir raporlarını İsmet İnönü’ye yazan birinci Umum Müfettişi Abidin Özmen’di. Nusaybinli Anter ağanın oğlu Musa Anter ise, bu yönetimin gözetiminde ve disiplininde Kürt gençlerine öncülük yaptı. Aradan geçen kısa zaman sonra Musa Anter’in çıkardığı İleri Yurt gazetesi, Kürtlerin geri kalmışlığını ve maruz kaldıkları zulmü gündeme taşıyarak etkili faaliyetlerde bulunmuştu.
Örgütlü çalışmalarda yayın organlarının propaganda faaliyetleri örgütsel çalışmalara can katar. Dolayısıyla gizemli bir elden destek alan bu yayın organı, Kürt gençlerinin örgütlü mücadelesinde etkili işler gerçekleştirmişti. Bu süreçte revaçta olan sol akımların yürüttüğü muhalif fikirler, halkın içerisinde sisteme karşı kin ve nefret ateşini körükleyerek iç gündemi bir hayli meşgul etmişti. Sol fikirlerin tetiklemesi ile yaşanan halk ayaklanmaları ve farklı eylemlerin meydana gelmesi darbenin zeminini hazırlamıştı. 1980 darbesi sonrasında yaşanan operasyonlar, baskınlar, tutuklamalar, işkence ve idamlar bu alanda hareket eden kişi ve kişilere ölümcül darbe vururken PKK’nin doğuşuna, canlanmasına ve ilerlemesine yol açmıştı. PKK’nin doğuşu, hiyerarşik yapısı, bağımsız devlet talebi, silahlı eylemleri ve Markist-Leninist fikirlerini örten halkçı söylemleri, Kürt halkının içerisinde taban bulmuştu. Dolayısıyla uzun süreç sonrası devam eden dış destekli Marksist-Leninist örgütün faaliyetleri, Kürt halkını İslam’dan uzaklaştırırken sol-sosyalist fikirler ile iç karışıklığı meydana getirerek nice mal ve canların yok olmasına sebep olmuştu.
Hülasa Müslüman Kürtleri sol-sosyalist fikirlere ve hareketlere sevk eden saikler; tarihi süreç, siyasi baskılar, dil ve kültüre karşı yapılan asimilasyon politikaları, seküler eğitim programı, ekonomik eşitsizlikler ve hukuki durum gibi faktörlerdir. Fakat Kürtler üzerinde cereyan eden bunca sorunun kaynağında yatan asıl sebep ise, siyasi oyunları ile Osmanlı hilafet devletini ortadan kaldıran sömürgeci batılı devletlerin çalışmalarıdır. Batılı devletler Müslüman Türk ve Kürt halkının düşünce ve hayat tarzını değiştirmek, bir araya gelmelerini engellemek ve aynı fikir ve hedef doğrultusunda hareket etmelerine set çekmek için zehirli fikirleri ve siyasi oyunları kriminal kişi ve klikler üzerinden icra ettiler. Böylece Müslüman halkların zihinlerini kirleterek laik-demokratik sistemin ömrünü uzatmak, İslam’ın hükümlerini hayattan uzaklaştırmak ve aynı zamanda hilafet devletinin kurulmasının önüne engeller koyarak geciktirilmesini hedeflediler.
“Şüphesiz inkâr edenler mallarını (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcıyorlar ve daha da harcayacaklar. Ama sonunda bu onlara yürek acısı olacak ve en sonunda da mağlup olacaklar.” (Enfal 36)