Kapitalizmin Omurgası Faiz: Borç Krizinin Perde Arkası

Faiz ve Yıkıcı Etkileri
Faiz, günümüzde ekonomik faaliyetlerin olmazsa olmazı gibi gösterilse de, zamanla bireyleri ve toplumları ağır borç yüklerinin altına sokan kapitalist sistemin bir parçasıdır. Gelir dağılımını bozar; üretim yerine, tüketimi ve kapitalist sermaye sahipleri için risksiz kazancı teşvik eden bir mekanizma olarak işler. Özellikle düşük gelirli kesimler için faizli borçlar, geçici bir çözüm değil, kalıcı bir çıkmaza dönüştürür. Faiz, bireylerden, toplumsal yapıya ve devlet politikalarına kadar geniş bir yelpazede yıkıcı sonuçlar doğurur.
Kapitalist sistemde, kısaca paranın kullanım bedeli olarak tanımlanan faiz, İslam hukukunda net bir şekilde yasaklanmıştır. Günümüz ekonomilerinde ekonominin omurgası kabul edilen faiz, hayatımızın her alanına girmiş, faizle iştigal etmeden herhangi bir ekonomik faaliyet de bulunmak neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Böylelikle bankaların her bir ekonomik faaliyetten pay aldığı mekanizma haline gelmiştir. Faiz mekanizması doğrudan ve dolaylı yollarla da kapitalist sermaye sahiplerinin lehine sonuçlar doğurarak gelir dağılımında belirgin bir adaletsizlik oluşturur.
Faiz, günümüzde özelde Müslümanlar genelde insanlık için büyük bir sorundur. Bu sorunun cefasını bütün dünya halkları çekerken, sefasını ise az bir kapitalist azınlık sürmektedir.
Faiz ve Bireysel Zararları
Kapitalist sistem üretim artışı için tüketimi teşvik ederken, “hemen şimdi sahip olma” isteği oluşturarak, arza sunulan her bir metadan faydalanma hakkını ister temel ihtiyaçlardan olsun, ister lüks ihtiyaçlardan olsun, “kaynaklar kıt ihtiyaçlar sınırsız” düşüncesini esas alarak fiyat mekanizması ile kaynakların bölüşümünü düzenlediğini iddia eder. Gerçekte ise, ister temel ihtiyaç ister lüks ihtiyaç olsun, fertlerin ya da geniş halk kesimlerinin, temel ihtiyaçlarını dahi karşılamaktan aciz kimselerin mal ve hizmetlerden fiyatlarını karşılayabildiği oranda ya da hiç karşılayamama durumunda kalır. İşte bu noktada da faizli krediler, kredi kartları “kara gün dostu” gibi sunulur.
Faiz temelli finansal sistem, bireyleri kapasitesi üzerinde borçlanmaya yönlendirerek finansal açıdan bağımlı hale getirmektedir. Adil gelir dağılımından uzak olan kapitalist ekonomik sistem, bir yandan ekonomik sıkıntılar nedeniyle bireyleri borç sarmalına iterken, diğer yandan bireyler üzerinde oluşturduğu kültürel baskılar ve tüketim alışkanlıklarıyla da borçlanmaya yönlendirir. Kapitalist sistemde bireylerin borçlanma kararları çoğu zaman rasyonel analizlere değil, anlık ihtiyaçlara, sosyal baskılara (bireyin çevresindeki insanların beklentileri, davranışları ve yaşam tarzlarının, kişinin kendi kararlarını etkilemesi) ve geleceği yanlış değerlendirme eğilimlerine dayanır. Bu da (bireylerin gelecekteki sonuçları doğru tahmin edememesi veya yeterince önemsememesi durumu). Özellikle “şimdi tüket, sonra öde” mantığıyla pazarlanan kredi ürünleri, bireylerde gelecekteki borç yükü, bugünkü harcama isteği karşısında küçümsenir. Bu da bireylerin uzun vadeli maliyetleri göz ardı ederek borçlanma eğilimini artırır. Faizli kredi sistemleri bu eğilimleri kolaylaştırarak bireylerin borçlanma davranışlarını teşvik ederek bireyleri faizli borçlanma araçlarına yönlendirir.
Bu noktada kredi kartları, ihtiyaç kredileri ve konut kredileri gibi faizli borçlanma araçları devreye girer. Anlık para kısa vadede kaynak sağlasa da, uzun vadede bireylerin gelirlerinin önemli bir kısmını borç geri ödemelerine ayırmalarına neden olur. Dolayısıyla, hane halklarının gıda, sağlık, barınma ve eğitim gibi temel ihtiyaçlarını karşılamada güçlükler yaşamasına neden olur.
Faizin bireyler üzerindeki baskısı, kredi ve kredi kartı borçlarının toplam hacminde ve yasal takip süreçlerinde açıkça görülmektedir. Türkiye Bankalar Birliği (TBB) Risk Merkezi’nin Haziran 2025 Aylık Bülteni’ne göre, bireysel kredi ve kredi kartı borçlarının toplamı yıllık yüzde 44 artışla 4,7 trilyon liraya ulaşmıştır. Bireysel kredi ve kredi kartı borcu bulunan kişi sayısı ise son bir yılda 2,8 milyon artarak 44 milyon 156 bine ulaşmıştır. Bu, 2025 itibarıyla Türkiye nüfusunun %51’ine (85,8 milyon) ve hanehalkı sayısının iki katından fazlasına (20,32 milyon hanehalkı) denk gelmektedir; yani her hanehalkına ikiden fazla borçlu birey düşmektedir. Hanehalkı başına borç miktarı yaklaşık 194 bin 500 lira olup, bu tablo faiz sisteminin hanehalkını borç sarmalına nasıl sürüklediğini açıkça belgelemektedir. (1)
Bu borç sarmalı, yasal takip süreçlerinde de ağır bir tablo ortaya koymaktadır. Türkiye Bankalar Birliği (TBB) Risk Merkezi’nin Haziran 2025 Aylık Bülteni’ne göre, haziran ayı itibarıyla bireysel kredi veya kredi kartı borcunu ödeyememiş ve bu borcu hâlâ devam eden kişi sayısı 4 milyon 143 bine ulaşmış; bu da bir önceki yıla göre yüzde 35’lik bir artış anlamına gelmektedir – yani toplam hanehalklarının yaklaşık her beşinden birine denk gelen bir borç krizi yaşanmaktadır.
Yılın ilk yarısında (Ocak-Haziran 2025) yasal takibe düşen bireysel kredi ve kredi kartı sayısı ise 1 milyon 201 bin 388’e yükselmiş; tasfiye edilecek alacak miktarı 211 milyar lirayı aşmış, toplam takipteki alacaklar da 427 milyar liraya ulaşmıştır. (1)
Bu veriler, faizin bireyleri nasıl bir borç sarmalına ittiğini net bir şekilde ortaya koymaktadır. TBB Risk Merkezi’nin raporları, bireysel borçlanmanın sadece ekonomik bir yük değil, aynı zamanda toplumsal çürümeyi artıran bir unsur olduğunu teyit etmektedir.
Toplumsal Düzey ve Kamu Politikalarına Etkileri
Faiz temelli ekonomik yapı, toplumsal düzeyde ekonomik adaletsizliği derinleştirir. Zengin kesimler faiz gelirleriyle servetlerini artırırken, geniş halk kitleleri borçlanmaya ve yükselen maliyetler karşısında gelir kaybına mahkûm olur. Bu durum, servetin belli bir kesimde yoğunlaşmasına yol açarken, yardımlaşma ve dayanışma kültürünü zayıflatarak toplumsal bütünlüğü aşındırır.
Şirketler açısından faiz, yatırımların finansmanını ve günlük işletme giderlerini daha maliyetli hale getirir. Küçük ve orta ölçekli işletmeler artan borç yükünü karşılamakta zorlanır ve iflas riskiyle karşı karşıya kalır. Üretim maliyetlerindeki artış, ürün fiyatlarına yansır ve enflasyonu besler; tüketici üzerindeki baskıyı artırır. Büyük firmalar da kredi bağımlılığı nedeniyle maliyet baskısını piyasaya aktarır. Böylece faiz, reel sektörü daraltarak hem işsizliği hem de ekonomik kırılganlığı artırır.
Devletler açısından faizli borçlanma, bütçe açıklarını kapatmak için kısa vadede kaynak sağlasa da uzun vadede kamu politikalarını dar bir çerçeveye sıkıştırır. Kaynakların önemli bir bölümü faiz ödemelerine ayrıldığından eğitim, sağlık ve sosyal hizmetlerde kısıtlamalar ortaya çıkar. Ayrıca dış borca bağımlılık, devletin ekonomik karar alma süreçlerini dış dinamiklere karşı kırılgan hâle getirir. Bu da hem devletin bağımsız politika üretebilme kapasitesini sınırlar hem de toplumsal ve ekonomik istikrar üzerinde olumsuz sonuçlar doğurur.
Örneğin; 2018 yılında yaşanan ekonomik dalgalanma, faize dayalı ekonominin ne denli kırılgan olduğunu gözler önüne sermiştir. Özellikle özel sektörün döviz cinsinden borçlanmaya yüksek oranda bağımlı olması, faizli finansman maliyetlerinin artmasıyla birlikte ciddi bir ekonomik baskı oluşturmuştur. Şirketler, yatırımlarını ve işletme giderlerini karşılamak için yurtdışından faizli krediler kullanmakta; ancak döviz kurundaki ani yükseliş, bu borçların Türk Lirası cinsinden karşılığını katlayarak ödeme yükünü ağırlaştırmaktadır.
2018’in yaz aylarında yaşanan siyasi gerilimler, FED’in faiz artışı, Türkiye’nin yüksek cari açığı, dış borç yükü ve güven kaybı gibi nedenlerle dolar/TL kuru birkaç hafta içinde yaklaşık %40 oranında yükselmiş; bu durum Türk Lirası’nın hızla değer kaybetmesine neden olmuştur. TL’deki bu değer kaybı, ithalata dayalı üretim yapan firmaların maliyetlerini artırmış; üretici fiyatları ve nihayetinde tüketici fiyatları hızla yükselmiştir. Döviz kurundaki bu sert hareketlenmeye karşılık olarak Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, politika faizini %17,75’ten %24’e yükseltmiş; bu karar, piyasadaki kredi faizlerini de yukarı çekmiştir. Faiz oranlarındaki bu artış hem özel sektör hem de hane halkı için borçlanma maliyetlerini artırmış; yeni yatırımlar sekteye uğramış, mevcut borçların çevrilmesi oldukça zorlaşmıştır. Bu süreçte birçok küçük ve orta ölçekli işletme iflas riskiyle karşı karşıya kalmış; işsizlik oranları yükselmiş ve tüketici güveni etkili biçimde sarsılmıştır. Bu durum, bireyler ve toplum üzerinde enflasyon ve geçim sıkıntısı ile kendini göstermiş; özellikle sabit gelirli kesimler, enflasyon karşısında reel gelirlerini koruyamamış, bu durum toplumsal istikrarı tahribata uğratmıştır.
Devletin bu süreçte artan borçlanma ihtiyacı, kamu bütçesinin önemli bir kısmının faiz ödemelerine ayrılmasına neden olmuştur. Faizli borçların finansmanı için devlet, piyasadan yüksek faizle borçlanmak zorunda kalmış; bu da özel sektör için kredi maliyetlerinin daha da yükselmesine yol açmıştır. Devletin yüksek faizle borçlanması, bankalar ve yatırımcılar için cazibe merkezi haline gelmiş kaynaklarını kamuya yönlendirmesine neden olmuştur. Bu durum özel sektörün dahada yüksek faiz ödeyerek borçlanmasına neden olmuş, üretim maliyetlerini artırarak ürün fiyatlarına yansımış ve enflasyonu daha da körüklemiştir.
Devamında, Aralık 2021’de TL’yi korumak / dövizi baskılamak amacıyla getirilen kur korumalı mevduat hesabı (KKM), döviz kuru artışlarını faiz ödemeleriyle telafi ederek kapitalist sermaye sahiplerinin kazancını koruma altına alırken, diğer yandan Türkiye ekonomisine yükü yaklaşık 60 milyar doları (2,4 trilyon TL) aştı. Vergi kayıpları ve dolaylı etkilerle zararın sonuçları daha da büyük olduğu aşikâr. KKM, yüksek gelirli mevduat sahiplerine servet transferi yaparken, enflasyonu tetikleyerek düşük gelirli kesimlerin alım gücünü eritti. Bu proje ile oluşan zarar, dolaylı yollarla vatandaşın cebinden karşılanarak kapitalist sermaye sahiplerine aktarılmış oldu. Ağustos 2025’te sona erdirilen bu sistem, faiz odaklı bir rant mekanizması olarak işlev gördü ve sistemin zararı dolaylı yollarla toplumun sırtına yüklendi.
Kamu politikaları açısından, 2025 yılı merkezi yönetim bütçesine ayrılan kaynaklara baktığımızda, %13,2’sinin faiz ödemelerine ayrıldığını görmekteyiz. Bu oran, sağlık, eğitim, altyapı ve temel hizmet alanlarına aktarılabilecek kaynakların önemli bir kısmının finansal maliyetlere yönlendirildiğini göstermektedir. Sosyal yardımlar için ayrılan kaynağın bütçeye oranı %4,4, eğitime ayrılan kaynağın bütçeye oranı %14,8, sağlık harcamalarına ayrılan kaynağın bütçeye oranı ise %7,5’tir (toplam sağlık kaynakları SGK dahil %16,5). Bu oranlar göz önünde bulundurulduğunda faiz ödemelerinin bütçeye oluşturduğu yükün boyutları çok daha iyi anlaşılmaktadır. (2) Vergi gelirleri açısından tablo daha dikkat çekicidir: Toplanan her 100 lira verginin yaklaşık 17,5 lirası doğrudan faiz ödemelerine gideceği öngörülmüştü. (2024 yılında 17,4 TL’dir.) Bu durum, kamu hizmetlerinin finansmanında vergi gelirlerinin etkin kullanımını sınırlamakta ve hizmet sunumunun niteliğini olumsuz etkilemektedir.
Faizin birey, toplum ve devlet üzerindeki zararları ayan beyan ortadadır. Toplum, faizin getirdiği sorunlarla boğuşurken, hanehalkı faizli sistemle ekonomik darboğaza itilmişken, birileri bu süreçlerden kazançlı çıkmaktadır. Faiz, bankalar ve kapitalist sermaye sahipleri için vazgeçilmez kazanç kapısıdır. Örneğin; 2024 yılında bankaların net karı 659 milyar TL olmuş, Ocak-Haziran 2025 dönemi 6 aylık net karı 422,5 milyar TL olarak gerçekleşmiştir. (3) Bu, önceki yılın aynı dönemine göre %48’lik bir artışa denk gelmektedir. Faiz, finansal araçlar üzerinden servet birikimini bankalar ve kapitalist sermayeye aktarmakta, borçlu bireyler ve küçük işletmeler, faizli kredi yükü altında ekonomik faaliyetlerini sürdürememekte ve sistem dışına itilmektedir. Özellikle küçük ölçekli işletmeler, faizli işletme kredileriyle faaliyetlerini sürdürmeye çalışmakta; ancak ödeme güçlüğü yaşadıklarında iflas riskiyle karşı karşıya kalmaktadır. Bu süreçte bankalar, tahsil edemedikleri borçlardan dahi teminatlar ve faiz gelirleri yoluyla kârlarını korumaktadır.
Diğer yandan, faiz mantığı, ancak bir bedel karşılığında paranın kullanımını mümkün kıldığından, bireyler arasında karşılıksız yardımlaşma ve dayanışma kültürünü zayıflatmaktadır. Finansal destek, toplumsal alanda insani ve ahlaki bir sorumluluk olmaktan çıkıp, kar beklentisiyle yapılan bir işlem haline gelmekte, bu da toplumun ahlaki reflekslerini köreltmektedir. Aynı zamanda yapılan araştırmalara göre, aile içi şiddet, boşanmalar ve psikolojik sorunların temelinde yer alan önemli faktörlerden biri de finansal durumdur. Faiz, bu sorunları körüklemekte ve topluma onarılamaz tahribatlar vermektedir.
Neticede faiz, yalnızca ekonomik adaleti tehdit etmekle kalmaz; aynı zamanda toplumsal bütünlüğü zayıflatır, güven ve paylaşım esaslı ilişkileri çıkar temelli bağlara dönüştürerek yardımlaşma ruhunu sistematik biçimde erozyona uğratır. Devletin kamu politikalarıyla toplumsal refahı sağlamasına engel olur.
Faiz Sorununa İslami Çözümler
Öncelikle belirtmek gerekir ki İslam, hayatın tüm alanlarına (iktisadi, içtimai, yargı, eğitim, sağlık, sosyal hayat, iç/dış siyaset vb.) uygulanacak bir nizamdır. Ekonomik meseleler, diğer meseleler ile yakından ilintilidir. Dolayısıyla faiz veya diğer ekonomik sorunların çözümü bir bütünde İslam nizamının uygulanması ile mümkündür. Aynı şekilde faiz, kapitalist ekonominin omurgası, finansal sistemin olmazsa olmazıdır; dolayısıyla kapitalist ideoloji uygulanırken faizsiz bir ekonomiden bahsetmek mümkün değildir. Haliyle, ekonomiyle veya diğer alanlardaki tüm sorunların çözümü bir bütünde ideolojik değişim ile mümkündür. Bu yazımızda bunların tamamına değinmemiz mümkün olmadığından, çözümlerin daha belirginleşmesi adına birkaç noktaya kısaca değinerek açıklamaya çalışacağız.
Yukarıda kısmen izah etmeye çalıştığımız faize dayalı finansal sistemin tahribatı, İslam iktisat nizamında bulunmaz. Çünkü İslam iktisat nizamı, faizin her türlüsünü kesin olarak yasaklar ve ekonomik ilişkileri adalet, üretim ve dağıtıma dayalı bir yapı üzerine kurar. Servet belirli bir zümrede toplanmaz, ekonomik krizler oluşmaz, bireyler borç yükü altında ezilmez, devlet faizli borçlanma yolu ile tüm karar alma süreçlerinde dışa bağımlı hale gelmez.
Faizsiz ekonomi, zekât sistemi, altın ve gümüşe dayalı para birimi, kamu mülkiyetinin korunması, adil vergilendirme ve üretime dayalı bir sistem ortaya koyulur. Refah, adalet ve istikrar hâkim olur.
“Faiz yiyenler, şeytanın çarptığı gibi kalkarlar. Alışveriş de faiz gibidir derler. Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır.” (Bakara Suresi, 2:275)
Bireysel Düzeyde
Bireyler, servetin üretim ve dağıtımına dayalı ekonomi modeliyle daha refah bir hayat sürer. Ekonomik ve kültürel nedenlerle faizli borçlanma söz konusu olmaz. Faizli kredi kartları, tüketici kredileri veya konut kredileri gibi araçlar üzerinden ek maliyetler oluşmaz; bireyler parasal destek aldığı aktörlere (devlet, kurum, birey gibi) yalnızca anaparayı geri öder ve faizin doğurduğu ek maliyetler altında kalmaz. İslam, hükmettiği toplumda en temel gayenin Allah’ın rızasına ulaşmak olduğu anlayışını hâkim kılar; bu doğrultuda faiz yasaklanır ve borca dayalı finansal işlemler ortadan kalkar. Bu durum, davranışsal eğilimleri sömüren “şimdi tüket, sonra öde” mantığını ortadan kaldırır. Ekonomik ilişkiler rasyonel, adil ve üretim odaklıdır. Servet adil dağılımla toplumda dolaştığı için yaşam kalitesi yükselir.
Düşük gelirliler için sömürü çarkı kırılır; zekât, sadaka, karz-ı hasen gibi İslami anlayış ile sosyal yardımlaşma ve faizsiz borç verme toplumda yaygınlaşır. Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur. “Bir kimse darda bulunan borçluya mühlet verir veya borcunun bir kısmını ya da tamamını bağışlarsa, Cenâb-ı Hak o kişiyi Allah’ın gölgesinden başka gölge bulunmayan kıyamet gününde arşının altında gölgelendirir.” (Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Müsâkât 31)
Karz-ı hasen, Karşılığı yalnız Allah’tan beklenerek, insanlardan menfaat beklenmeden verilen borçtur; verilenin aynısı geri alınır ve fazlalık haramdır. Bu anlayış toplumda hâkim olur, bireylerin ihtiyaçlarını karşılamasını sağlar ve ekonomik istikrarın sağlanmasına destek olur.
Toplumsal Düzeyde
Faize dayalı tüm işlemler yasaklandığı için toplum gelir adaletsizliğinden kurtulur. İslam iktisadında “kar riske göredir” ilkesi hakimdir. Faiz vb. mekanizmalar ile risk almadan toplumun sırtından kazanç söz konusu değildir. Servetin bir mekanizma ile yukarıya doğru aktarılması söz konusu olmaz. Böylelikle kapitalist sermaye sahipleri ve finansal kurumlar lehine işleyen yapı ortadan kalkar. Örneğin; mudârabe şirketi, sermaye sahibinin sermayeyi kattığı, çalışan ortağın emek harcadığı bir şirket türüdür; kâr paylaşılır, zarar sermaye sahibine aittir. Diğer ortağın zararı emeğidir. İnan şirketi, tarafların hem sermaye hem emek koyduğu ortaklıktır; kâr ve zarar paylaşılır. Bu ve benzeri şirketleşme modelleri riski adil dağıtır ve bir kesimin sömürülmesini engeller.
Faizden kaynaklı ek maliyetler oluşmaz. Şirketler faizli dış borçlardan, faizli dış borçtan kaynaklı kur farkının getirdiği ek maliyetlerden ve öngörülemez risklerden kurtulur. Şirketin kurulmasıyla başlayıp, üretim, dağıtım ve tüketiciye ulaşana kadar bir ürüne her aşamada eklenen faiz maliyeti ortadan kalkar. Fiyatlarda öngörülemez dalgalanmalar ve enflasyon söz konusu olmaz. Toplumsal refah sağlanır.
Faizli borçların oluşturduğu stres yoktur. Türkiye’de boşanmaların ve psikolojik sorunların artmasına finansal durumunda neden olduğu bir ortamda, İslam iktisadında finansal etkiler minimize edilir. Zekât ile servetin dağılımı sağlanır; fakirler, miskinler, borçlular gibi sekiz sınıfa dağıtılır. Rabbimiz Kur’an’da “Sadakalar (zekâtlar) Allah’tan bir farz olarak fakirlere, miskinlere, zekât işinde çalışanlara, kalpleri İslâm’a ısındırılacak kişilere, kölelere, borçlulara, Allah yolunda olanlara ve yolda kalmışlara aittir” (Tevbe 113:60)buyurmuştur.
İslam, paranın biriktirilmesini ve sermaye ile risksiz servet artırımını önler ve ekonomide dolaşımını teşvik eder; ekonomik adaletsizlikler azalır ve toplum, refaha erer.
Devlet ve Kamu Politikaları
İslam İktisat Nizam’ında devlet, faizli borçlanmanın oluşturduğu bütçe kısıtlamalarından kurtulur ve kamu hizmetleri halk odaklı hale gelir. Faizli tahvil ve bono gibi araçlar yoktur; bu nedenle bütçenin büyük kısmı faiz ödemelerine gitmez. Devletin, petrol, doğalgaz, bitmeyen madenler ve benzerleri gibi özelleştirilmesi caiz olmayan ve halkın yararına harcanacak olan gelir kaynaklarıyla ekonomi politikası şekillenir. Türkiye’de bütçenin %13,2’sinin faize ayrıldığı bir gerçeklikte, İslam nizamında kaynaklar toplumun müreffeh yaşaması için gerekli olan sağlık ve eğitim gibi alanlara aktarılır; halkın ihtiyaçları ön plana çıkar.
Devlet politikaları, borç yönetimine odaklanmaz; özel sektör faizsiz finanse edilir. Devlet, dış borç tuzağına düşmez, IMF, Dünya Bankası vb. kurumlara bağımlı hale gelmez. Kredi genişlemesi yoktur; borçlar sürdürülemez hale gelmez ve istikrarsızlık önlenir. Devlet, altın ve gümüş esaslı para sistemiyle istikrar sağlar; paraya dayalı tahakküm ve manipülasyonlar ortadan kalkar. Kur-faiz ilişkisinden kaynaklı riskler olmaz.
Devlet, siyasi kararlarını bağımsız alır; dış politika ve ticaret anlaşmaları İslam ahkamına ve halk yararına şekillenir. Birey, toplum ve devlet refaha erer; ekonomik sistem, Allah’ın hükümleriyle Kur’an’a ve sünnete dayalı yönetilir.
Faiz temelli kapitalist finans sistemi, bireylerden devletlere kadar uzanan geniş bir alanda ekonomik adaletsizlikler, borç sarmalları ve ekonomik kırılganlıklar üretmektedir. Tarihsel olarak yaşanan büyük krizler ve günümüzde derinleşen enflasyonist baskılar– bu sistemin tesadüfi değil, doğrudan kendi işleyişinden kaynaklanan sonuçlarıdır. Servetin üretim ve fertler arasında adil dağıtımına dayanmayan sadece faize dayalı finansal sistemlerde, belirli aralıklarla kriz kaçınılmazdır. Kapitalist sermaye ve iktidar sahipleri faize dayalı bu sistemden beslenmektedir. Bu nedenle “kapitalizm belirli aralıklarda krizlerle kendini yeniler” yalanını ortaya atmışlar; “faiz günümüz gerçeği, faiz ve borca dayalı sistem olmadan ekonomik büyüme sağlanamaz” gibi argümanlarla faize dayalı finansal sistemde ısrar etmişler, bu tür safsataları toplumu aldatma aracı olarak kullanmışlardır.
İşin aslına bakıldığında kapitalist ekonomik sistem, krizleri bir arınma süreci olarak değil, kapitalist sermaye sahiplerinin zararlarını topluma yükleme aracı olarak kullanır. Devletler, bu krizlerin maliyetini kamu harcamaları ve vergi politikaları yoluyla halkın sırtına yüklerken; bankalar, finans kuruluşları ve büyük sermaye grupları bu süreçten daha da güçlenerek çıkar.
Bu düzen, toplumda sürdürülebilir refah ve adalet üretmekten uzaktır; çünkü sorunlara çözüm sunmak yerine, sorunları kendisi üretmektedir. Bu bağlamda, İslam İktisat Nizamı alternatif bir yaklaşım sunar. Faizi kesin olarak yasaklayan bu sistem, ekonomik ilişkileri karşılıklı rıza, risk paylaşımı ve toplumsal sorumluluk ilkeleri üzerine kurar.
Sonuç olarak, faizli finans sistemi Kapitalist ideolojinin ürünü olup bu ideoloji var oldukça bu saydığımız sorunlar var olmaya devam edecektir. Çözüm; İslâm iktisat nizamının uygulanmasıyla mümkündür. Ancak İslam iktisat nizamı, Kapitalizm gibi laik rejimlerin bünyesinde veya yama olarak uygulanması mümkün değildir. Ayrıca, diğer alanlara ait hükümlerden ayrı düşünülemez. Dolayısyla yalnızca İslâmî esaslar üzerine kurulu Râşidî Hilâfet Devleti bu nizamı tam anlamıyla uygulayabilir.
.لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ Çalışanlar böylesi (bir kurtuluş) için çalışsınlar!
Kaynak
1. Kredi Kuruluşlarının Nakdi Kredileri 20 Trilyon TL’yi Aştı
https://www.riskmerkezi.org/tr/istatistikler/23 https://www.saraymedya.com/borc-odemek-zorlasti-4-milyon-kisi-takipte-196049.html
2. 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Resmî Gazete’de Yayımlandı
2025 yılı bütçesinin büyüklüğü belli oldu – Ekonomim 2025 yılı bütçesi açıklandı: En büyük pay eğitim ve sağlık alanlarına ayrıldı İhlas Haber Ajansı
3. Bankacılık sektöründe haziran dönem net karı 422,5 milyar lira – Diken Bankacılık sektörünün net kârı ilk 5 ayda yıllık yüzde 39,7 arttı | Son dakika ekonomi haberleri