Hicret: Davetin Devlete Dönüşümü

Peygamberlik görevinin başlaması ile birlikte, Peygamber (s.a.v.) önce en yakın çevresinden başlayarak kendisine vahyedilenleri insanlara ulaştırıyordu. “Emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir.”(Hicr 94) ayeti ile birlikte artık davet, açıktan yapılmaya başlanmış, Peygamber’in (s.a.v.) hedefi, Mekke halkı tarafından net biçimde anlaşılır olmuştu.
İslam, Mekke’de yayılmaya başlarken, fikirler bireysel anlamda yaşanıyor ancak peygamberimiz, bundan daha fazlasını amaçlıyor, islamın sadece bireyde değil toplumda da hakim olmasını hedefliyordu. Peygamberliğin 10.yılına gelindiğinde, Rasulullah’ın davet metodunda artık yeni bir safhaya geçilmişti. Peygamber (s.a.v.) artık kabile liderlerinden açıkça nusret (yardım) talep etmeye başlamıştı.
Fertlere yaptığı davetinde: ‘Ben, sizi, dile kolay gelen, Mîzan’da ağır basan iki kelimeye davet ediyorum ki o da: Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına ve benim de Allah’ın kulu ve Rasulü olduğuma şahadet etmenizdir! Yüce Allah, sizi buna davet etmemi bana emir buyurdu…”[İbni Kesir] derken, kabilelere yaptığı davette ise şöye diyordu: “Ey falan oğulları, ben Allah’ın size gönderdiği Rasulü’yüm. Ben yalnız Allah’a ibadet etmenizi ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmamanızı emrediyorum. Bana iman etmenizi ve beni tasdik etmenizi, ayrıca Allah’ın beni kendisi için gönderdiği şeyi açıklayıp ortaya koyana kadar bana yardım etmenizi sizden istiyorum.” [Ahmed b. Hanbel]
Bu iki davetin biribirinden farklı olduğu lafızlardan dahi anlaşılıyor, peygamberimiz, inandığı ve davet ettiği İslamın devleti olsun diye, 15 kabile liderinden nusret talep ediyordu.
Ashab da islamın hakimiyetine giden bu yolda bir direnç merkezi haline gelmişti.
Davet Mekke dışına taşmış,İslam artık Mekke dışındaki kabileler arasında da konuşulur olmuştu.
Nübüvvetin 12.yılında Medine’den gelen 12 kişilik müslüman grupla görüşen Peygamber (s.a.v.) Medine’ye, Müslümanların eğitimi ve davetin yayılması için Musab b.Umeyr’i göndermişti. Musab (r.a) Medine halkına Kuran okuyup İslam’ı anlatmış, yaptığı müthiş davet çalışması ile Medine’yi İslam Devleti’ne hazırlamıştı.
1 yıl gibi kısa bir süre içerisinde Medine’de İslam’ın girmediği ev kalmamıştı. 2.Akabe Biatında 72 kişilik bir grup ile gelen Medineli Müslümanlar, kendilerinin savaşçı bir kavim olduklarını dile getirip Peygamber’e (s.a.v.) iyiliği emredip kötülüğü men edeceklerine, bollukta da darlıkta da gerekli mali yardımları yapacaklarına,rahat günlerinde de sıkıntılı günlerinde de O’na itaat edeceklerine, bütün Arapları karşılarına alma pahasına çoluk çocuklarını korudukları gibi peygamberimizi koruyacaklarına dair biat etmişlerdi.
Bu biat esnasında kullanılan kavramlar, İslam’ın bir devlet olarak uygulanmasının, tüm dünyaya yayılmasının ve bu uğurda gerekirse tüm Araplara karşı koyulacağının habercisiydi.
Bu olaydan sonra Müslümanlar aşama aşama Medine ye hicret etmeye başlamışlardı. Bu hicret, sadece ibadet özgürlüğü için yapılan bir yer değişikliği değildi. Eğer öyle olsaydı, Mekkeli müşrikler, kendilerine göre fitne çıkaran bu insanların topraklarından gidiyor olmalarına sevinmeleri gerekirdi.
Oysa tam tersi olmuş, Müşrikler, Müslümanların Medine’de inandıkları dinin tatbik safhasına geçebilme imkanını bulacaklarından endişelenmişler ve onları engellemek için planlar kurmuşlardı. O kirli planlardan birisi de Peygamberi (s.a.v.) öldürmekti.
Ancak Allah’ın (c.c) yardımı ile bu tuzakları tutmayacak Hz. Ali, (r.a) canı pahasına Peygamberi (s.a.v.) korumak üzere O’nun yatağına yatacak, Peygamber (s.a.v.) de müşriklerin önünden çıkıp gidecekti.
{وَإِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِيُثْبِتُوكَ أَوْ يَقْتُلُوكَ أَوْ يُخْرِجُوكَ ۚ وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللَّهُ ۖ وَاللَّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ} “Hani bir zamanlar inkâr edenler seni tutuklamak, öldürmek veya yurdundan çıkarmak için sana tuzak kurmuşlardı. Onlar tuzak kurarken Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (el-Enfal 30)
Nübüvvetin 13.yılıydı. Kapıda sessiz bir vuruş… Gece geç saatlerdi ama Ebû Bekir (r.a.) bunu bekliyordu. Peygamber (s.a.v.) ona Allah’ın hicret etmesi için izin verdiğini söylediği andan itibaren, Ebu bekir r.a bu ana hazırdı. O, bu önemli ve tehlikeli yolculukta, Hz. Muhammed’e yol arkadaşı olarak seçilmek için dua etmişti.
Ve böylece, Peygamber’in (s.a.v.) 53 yıllık sevgili yuvası olan Mekke’den ayrıldılar. Bu, hüzün ve fedakârlık dolu bir andı.
Kureyş’in her yolu arayacağını biliyorlardı. Bu yüzden, üç gün boyunca Sevr Mağarası’nda saklandılar.
Bir noktada Kureyş tehlikeli bir şekilde yaklaştı;mağaranın tam ağzına kadar geldiler. Ebû Bekir (r.a.) endişeliydi. Ama Peygamber (s.a.v.) onu rahatlatmıştı: {لَا تَحْزَنْ إِنَّ اللَّهَ مَعَنَ} “Üzülme; şüphesiz Allah bizimledir.” (Tevbe 40)
Ve Allah ﷻ yardımını bir örümcek şeklinde gönderdi. Mağara in üzerine narin bir ağ örüldü. Kureyş geldiğinde, ağı dokunulmamış buldular ve geri döndüler.
Allah dileseydi, mağaranın kapılarına koyacağı 2 tane aslan ile de Mekkeli müşriklerin mağaraya girebilmesini engellerdi ancak O (c.c) en küçük mahluklar ile elçisini korumuştu. Bu durum, Allah’a hakkıyla güvenenlerin güveninin boşuna çıkmayacağının, asla yalnız kalmayacaklarının deliliydi.
Üç gün sonra, ortaya çıktılar ve rehberleri, çölün gizli yollarında uzman olan Abdullah ibn Uraykıt ile buluştular. Nadiren kullanılan yolları kullanarak tespit edilmekten kaçınacaklardı.
Ama o zaman bile tehlike, peşlerindeydi. Süraka ibn Malik, Peygamber’in (s.a.v.) başı için konan ödüle aldanarak onları takip etti. Ancak her yaklaştığında atı kuma battı. Bunun sıradan bir adam olmadığını fark eden Süraka, Peygamber’in (s.a.v.) muzaffer olacağını anladı. Yolculuğu gizli tutmaya söz verdi ve hatta diğer arama ekiplerini, yanıltıcı bilgilerle farklı yönlere yönlendirdi.
Bu sırada, Medine’de heyecan doruktaydı. Her gün insanlar, Peygamber’i (s.a.v.) ilk karşılayan olmak umuduyla dış mahallelere giderlerdi. Erkekler ve kadınlar, genç yaşlı, savaşçılar ve çocuklar yeni bir döneme hazırdılar.
Peygamber (s.a.v.) nihayet Medine’nin hemen dışındaki Kuba’ya vardığında dinlendi ve İslam’ın ilk mescidi olan Mescid-i Kuba’yı inşa etti. Daha sonra Ensara haber gönderdi. Onlar büyük bir kuvvetle geldiler, onu onurla eskort ettiler. Mızrakları havada, *”Emniyetle at sür, sadakatimiz ve itaatimiz seninledir”* diye ilan ettiler.
Bu, zulümden kaçan bir mülteci değildi. Bu, onurla gelen, ve islamın devletinin başına geçecek bir liderdi.
O’nun (s.a.v.) Medine’ye girdiği gün, bir kutlama günüydü. Şehir sevindi. İnsanlar çatılara çıktı ve sokakları doldurdu. Çocuklar koştu ve *”Peygamber geldi! Peygamber geldi!”* diye bağırdılar.
Sevinçleri sınır tanımıyordu.
Yeni bir dönem başlıyor
Bugün Muharrem ayının birinci günü sadece Hicri Yılbaşı’nı, Hicretin 1447.yılını değil, tarihi yeniden tanımlayan olayı, Peygamber’in (s.a.v.) Hicretini işaret ediyor.
Müslümanlar o dönemde resmi bir takvime sahip değildi. Peygamber’in (s.a.v.) zamanında yıllara önemli olayların adları verilirdi: Fil Yılı, Vahiy Yılı, Hüzün Yılı vb.
Yapılandırılmış bir takvim, hicri 16. yılda, Hz. Ömer’in (r.a.) hilafeti döneminde oluşturuldu. Müslümanların devleti genişledikçe, idari netliğe ihtiyaç duyuldu. Ömer (r.a.), Sahabe ile istişare etti. Fars, Roma ve Yahudi takvimlerinden haberdardılar. Ancak, bu milletleri taklit etmek yerine, kendi ihtiyaçlarını ve arzularını yansıtan bir takvim oluşturmak istemişlerdi.
Üzerinde düşünülmesi gereken konu, takvim gibi önemli bir olayın başlangıcının aslında neyle başlamadığıdır. Peygamber’in (s.a.v.) doğumuyla veya ölümüyle başlamadı bu ilk takvimin ilk günü. İlk vahiyle de başlamadı. Hatta Bedir gibi İslam’ın zaferleriyle de başlamadı da, neden hicret ile başladı.
Çünkü Ömer (r.a.): *”Hicret, doğruyu yanlıştan ayırdı. Çağımızın başlangıcını o belirlesin.”* ifadesiyle bu önemli olay için başlangıç noktasını Hicret olarak belirledi.
Hicret, kaçış değil, İslam Devleti’nin kuruluş yolculuğuydu
- Hicret bir geri çekilme veya kaçış değildi.
- Hicret,zulmün doruk noktaya ulaşmasından ötürü yapılan bir göç/iltica da değildi. Zira bundan ötürü olsaydı, Nübüvvetten sonra 13 yıl beklenmez, zulmün had safhaya ulaştığı boykot ve ambargo döneminde Mekke terkedilirdi.
- Hicret, Hz. Muhammed s.a.v ve sahabelerinin daha müreffeh bir yaşam için yaptığı bir göç de değildi. Eğer bunun için olsaydı, peygamberimiz s.a.v, ashabıyla beraber Habeşistan’a çok önceden giderdi.
Hicret bir dönüşümdü
Rasulullah’ın imana davet etmesi, iman edenlerden bir kitle oluşturması, kabilelerden nusret talep etmesi ve Medine’ye hicret…Hepsi, Rasulullah’a vahiy yoluyla bildirildiği şekliyle gerçekleşmişti ve hepsinin hedefinde, karanlıktan aydınlığa, ,zulümden adalete, kötülükten iyiliğe, gayri insanilikten insanlığa doğru kutlu yürüyüş olan İslam Devleti vardı.
Hicret sayesinde İslam, insanların kalplerinden, bir toplumun yapısına korunarak, uygulanarak ve yayılarak geçti.
Hicret’i ve önemini bilmek, Peygamber’in (s.a.v) 1447 yıl önce Medine’de kurduğu devleti kaybetmiş olduğumuz için daha da önemlidir. Dünyanın neresine bakarsak bakalım, o İslam Devleti’nin yokluğundan kaynaklanan acıları görüyoruz.
Bizler yeni yılı havai fişeklerle, festivallerle kutlayıp karşılamıyoruz. Bizim için bu bir farkındalık çağrısıdır. Gerçek değişimin mücadele ve azimle geldiğinin bir hatırlatıcısıdır. İslam’ın sadece birey olarak değil, toplum ve devlet olarak da uygulanması gerektiğinin delilidir.
Bugün hicret dediğimizde aklımıza, haramlardan uzaklaşmak geldiği gibi, İslam devleti için yapılan mücadele gelmelidir. Allah Rasulü ve sahabe efendilerimizin fedakarlıkları hatırlanmalı, İslam Devletini kurmak için verdikleri mücadele bugün de verilmelidir.
Bizler bugün Peygamber’in (s.a.v.) hayatını inceleyerek, köklü değişime ve kalıcı dönüşüme giden adımları görüyoruz ve bu yolda yürüyoruz. Rabbimizden, vadettiği 2.Raşidi Hilafet Devletini yakınlaştırmasını niyaz ediyoruz.
{يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُونُوا أَنصَارَ اللَّهِ} “Ey iman edenler, Allah’ın yardımcıları olun…” (Saff, 14)