#Asya #Avrupa #Bangladeş #Düşünce #Genel #İngiltere #Siyaset #Tarih #Tema #Toplum

Demokrasi ve Bangladeş

Demokrasi ve Bangladeş

Batı siyasi düşüncesinin bir ürünü olan demokrasi uzun zamandır, modern zamanlardaki tiranlığa, yolsuzluğa ve aşırılığa çare olarak pazarlanmaktadır.

Müslüman dünyasında -bu sıkıntılara aşina olsalar da- demokrasi genellikle çözüm olarak görülür. Ancak dünyanın en eski ve kesintisiz demokrasisi olan Britanya’da 35 yıl geçirdikten ve sistemi bizzat gördükten sonra, bu varsayımların son derece hatalı olduğuna inanıyorum. Demokrasi, ne Müslüman dünyasına ne de genel olarak insanlığa uygun bir sitemdir.

İngiliz vatandaşlarına çocukluktan itibaren erken yaşta demokrasinin erdemleri öğretilir: Katılım, özgür seçim, temsil ve hesap verebilirlik… Yasaların nasıl yapıldığını öğrenirler, öğrenci seçimlerine ve gençlik parlamentolarına katılırlar. Ancak bu eğitim hiçbir zaman eleştirel bir şekilde verilmez. Demokrasi, kusurları veya tarihsel bağlamı ciddi bir şekilde analiz edilmeden en iyi -hatta tek meşru- sistem olarak sunulur. Bu durum, çocuklara sorgulayacak yaşa gelmeden aşılanan laik demokratik değerlerin sorgusuz sualsiz kabulüyle sonuçlanır.

Bu eleştirel olmayan zihniyet, Batı’nın ötesine uzanıyor. Birçok sömürge sonrası toplumda aydınlar, Batı modelini taklit ederek demokrasiyi sorgulamadan benimsiyorlar. Milletler veya halklar bu modele direndiğinde ise Batılı güçler onu dayatmak için askeri güç veya rejim değişikliği kullanmaktan çekinmiyor ve silah zoruyla demokrasiyi var güçleriyle savunuyorlar.

Temsil ve Hesap Verebilirlik Efsanesi

Demokrasi, temsil ve hesap verebilirlik idealleriyle övülür. Peki, bu iddialar ne kadar gerçektir?

Evrensel temsil demokratik sistemlerin doğasında asla yoktu. ABD’de “Kurucu Babalar” tüm erkeklerin eşit olduğunu ilan ettiler; ancak köleleri, kadınları ve topraksız yoksulları bu haktan muaf tuttular. Siyahi Amerikalılara, Sivil Haklar Hareketi’nde yıllarca süren mücadelenin ardından, ancak 1965 yılında oy kullanma hakkı garanti edildi. Birleşik Krallık’ta kadınlar, benzer bir Oy Hakkı Hareketi’nin ardından ancak 1928’de oy kullanma eşitliğine kavuştu ve 18 yaşındakiler ise 1970’te oy kullanma hakkını elde etti.

Hesap verebilirlik de gerçekte pekiyi durumda değildir. Demokrasinin halka, liderleri seçimler yoluyla görevden alma yetkisi verdiği söyleniyor. Ancak pratikte bu mümkün olsa bile, politikacıların genellikle seçim taahhütlerini bozduğu, sorumsuzca davrandığı ve seçkinlerin çıkarlarına hizmet ettiği 4-5 yılı beklemek anlamına geliyor. Princeton Üniversitesi’ndeki çalışmalar da dâhil olmak üzere araştırmalar; politika yapımının orantısız bir şekilde şirketler, medya patronları ve lobiciler tarafından etkilendiğini, sıradan vatandaşın ise bunda çok az etkiye sahip olduğunu gösteriyor.

O halde, seçmen ilgisizliği ve siyasi hayal kırıklığının demokratik dünyada rekor seviyelere ulaşması şaşırtıcı değil. Birçok kişi, siyasi partiler arasında gerçek bir fark görmüyor, sadece aynı şeylerin devam ettiğini düşünüyor. Başka bir deyişle, demokrasi ölüyor.

Peki yasaların çoğunluk esasına göre yapıldığı bir sistemde azınlık hakları ve sesleri nasıl gerçek anlamda korunabilir?

Temel Hata: Egemenlik Kimde?

Demokrasi özünde halkın yönetimidir; demos (halk) ve kratos (iktidar). Egemenlik, kendi adlarına kanunlar çıkaracak yasa koyucuları seçen halka aittir.

İslam’ın temelden ayrıldığı nokta işte burasıdır. İslam inancında egemenlik yalnızca Allah’a aittir. O, tek meşru kanun koyucu olan el-Hakem’dir.

اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ “Hüküm ancak Allah’ındır.” (Yusuf 40)

وَاَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ “Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve onların arzularına uyma.” (Maide 49)

Demokrasinin bu yönü, Batı ve liberal laiklik savunucuları tarafından İslam’la bağdaşmadığını bildikleri için kasıtlı olarak küçümseniyor. Ancak demokrasinin Müslüman dünyasında işe yaramamasının sebebi belki de bu temel uyumsuzluktur. Çünkü biz ona inanmıyoruz.

İslam; temsil, hesap verebilirlik ve hatta oy kullanma kavramlarına karşı değildir. Bunların İslami yönetimde bir yeri vardır ve Raşid Halifeler döneminde uygulanmıştır. Ancak temelleri insan felsefesine değil, vahiye dayanmaktadır.

İslam’da egemenlik Allah’a, otorite ise halka aittir. Halk, Kuran ve Sünnet’e göre yöneten bir yöneticiye biat eder. Yönetici, şura yoluyla halkla istişare eder ve değişen kamuoyuna değil, ilahi kanuna karşı sorumludur.

Ebu Bekir (ra) hilafetinin açılış konuşmasında durumu şöyle özetlemiştir: “Doğru yaparsam bana yardım edin. Yanlış yaparsam beni düzeltin.” ( es-Sîret-i Nebeviyye )

Yasaların çıkar grupları tarafından manipüle edilebildiği demokrasinin aksine, İslam, istikrar ve adaleti güvence altına alan sabit bir yasal çerçeve (Şeriat) sunar. Hesap verebilirlik samimidir çünkü temelinde takva ve İslam’ın emri olan iyiliği emredip kötülüğü yasaklama vardır. Öncelikli ve baskın olan kişisel veya ulusal çıkarlar değildir.

Bunun Önemi:

Ümmet için demokrasinin gerçek doğasını ve İslami yönetimden nasıl farklılaştığını anlamak hayati önem taşır. Bu netlik sağlanmazsa, hedeflerimizden sapma ve İslam’a kökten karşıt sistemleri destekleme riskimiz artar.

Bu örüntüyü defalarca gördük: Cezayir, Mısır ve Türkiye’de, İslami partilerin seçimleri kazandıktan sonra bile gerçek bir İslami değişim yaratmaları engellendi. Bangladeş’te ise İslami gruplar ile AL veya BNP gibi laik partiler arasındaki ittifaklar, anayasanın laikliği öngörmesi nedeniyle pek işe yaramadı.

Siyasi sistemler kendilerini korumak için tasarlanmıştır. Müslümanlar bu tür sistemler aracılığıyla iktidara geldiklerinde kaçınılmaz olarak taviz verirler. İktidara gelmek için bir kez taviz verdiğinizde iktidarda kalmak için de aynı şeyi tekrar yapmanız kaçınılmazdır.

İşte bu yüzden Allah, Resulünü Mekke’de şöyle uyarmıştır:

فَلَا تُطِعِ الْمُكَذِّب۪ينَوَدُّوا لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ O halde inkârcılara itaat etme. Onlar senin taviz vermeni, böylece kendilerinin de taviz vermelerini isterler. (Kalem 8–9)

İslami Siyasi Vizyon:

İslami siyaset; halkın yöneticilerini seçme, temsil edilme, liderlerinden hesap sorma ve hukukun üstünlüğü altında yaşama hakkını savunur. Ancak bu ilkeler seküler ideolojilerden değil, İslam’dan kaynaklanmalıdır.

İslami siyasi sistem olan Hilafet bu değerler üzerine kuruludur. Hilafet, Mekke’de 13 yıllık bir mücadelenin ardından Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından Medine’de kurulmuştur. Hilafet, seçimlerle veya gayri İslami sistemlerle ittifaklarla değil, ilahi rehberliğe ve yönteme sıkı sıkıya bağlı kalarak kurulmuştur.

Bugün Hilafet’in yeniden kurulmasına giden yol demokratik süreci değil, peygamberlik modelini takip etmelidir. Müslümanlar; her fikri, sistemi, grubu ve bireyi, uzlaşma veya kafa karışıklığına mahal vermeden İslam’ın bakış açısıyla değerlendirmelidir.

Bangladeş gibi yerlerdeki İslami grupların demokratik siyasete katılması özellikle endişe verici. Bunu yaparak İslam ile laiklik arasındaki çizgiyi bulanıklaştırıyor, kitlelerin kafasını karıştırıyor ve İslam’ın mesajını zayıflatıyorlar.

وَلَا تَلْبِسُوا الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُوا الْحَقَّ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ “Hakkı batılla karıştırmayın ve bile bile hakkı gizlemeyin.” (Bakara 42)

Ümmet olarak şunu açıkça belirtelim: Hesap verebilirliğe, adalete ve temsiliyete inanıyoruz; ancak bunların insan yapımı sistemlere değil, İslam’a dayanması gerektiğine inanıyoruz. Gerçek adalet ve dirilişe ancak İslami yönetim modeline dönerek ulaşabiliriz.

 

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir