#ABD #Amerika #Düşünce #Filistin #Genel #Güvenlik #Jeopolitik #Ortadoğu #Siyaset #Tarih #Tema #Yahudi Varlığı

Amerika’nın Yıldızının Sönüşü ve Hilafet Fikrinin Yükselişi

Amerika’nın Yıldızının Sönüşü ve Hilafet Fikrinin Yükselişi

47. ABD Başkanı Donald Trump, iç ve dışta ağır krizlerle dolu bir miras ve Amerika’nın uluslararası prestijinin sarsılması gibi büyük zorluklarla yüzleşerek göreve başladı. Ancak inatçı, kendinden emin, mücadeleci ve asla pes etmeyen bir karaktere sahip olan Trump, rakiplerini korkutup Cumhuriyetçi Parti’nin liderliğini ele geçirdi. Şimdi, Demokrat aday Kamala Harris’e karşı ezici bir zafer kazanarak ve büyük sermaye şirketlerinin desteğiyle Beyaz Saray’a güçlü bir geri dönüş yapıyor.

Destekçileri arasında petrol, silah ve demiryolu şirketleri gibi geleneksel Cumhuriyetçi tabanı oluşturan klasik kapitalistlerin yanı sıra, başlangıçta Harris’i destekleyip daha sonra Trump’a yönelen Silikon Vadisi teknoloji devleri (Meta, Apple, Amazon vb.) yer alıyor. Bu şirketlerin çoğu Trump’ın yemin törenine birer milyon dolar bağışta bulundu.

Trump bu kez iktidara, ABD’nin kuruluşundan beri var olan ve 1950’lerde şekillenen muhafazakâr sağ ideolojiyle geliyor. Protestan beyaz erkek egemenliğini ve geleneksel aile değerlerini savunan bu hareketin en önemli temsilcisi eski Başkan Ronald Reagan’dı.

Amerikan yöneticilerini en çok karakterize eden şey, değişime hızlı uyum sağlamalarıdır. Bunun temel nedeni, büyük ölçüde düşünce kuruluşlarının araştırmalarına dayanmalarıdır. Dolayısıyla Trump’ın bu başkanlık dönemindeki politikalarının kaynağı, 1973’te kurulan ve yıllık bütçesi yaklaşık 80 milyon dolar olan Heritage Foundation adlı araştırma ve eğitim kurumudur. Bu kuruluş, Brookings Enstitüsü gibi liberal düşünce merkezlerinin ortaya çıkışına bir tepki olarak kurulmuş olup en önemli muhafazakâr sağ düşünce merkezlerinden biridir. Heritage Foundation’ın çalışmaları, 1980’lerde Başkan Reagan’ın Soğuk Savaş’ı kazanmasında önemli bir rol oynamıştır.

Trump’ın mevcut politikalarının kaynağı, muhafazakâr Heritage Foundation tarafından 2023’te yayınlanan ve ‘2025 Başkanlık Geçiş Projesi’ olarak bilinen bir araştırma çalışmasıdır. Bu projenin planları, [Mandate For Leadership: The Conservative Promise] (Liderlik Yetkisi: Muhafazakâr Vaad) başlıklı, politik öneriler içeren bir kitapta toplanmıştır. Hazırlanması 22 milyon dolara mal olan ve Trump’ın politikalarına pratikte yön veren bu çalışma, derin devletin tasfiyesini, gücün halka iadesini, muhafazakâr sağ lehine Amerikan siyasi bölünmüşlüğünün sona erdirilmesini, iç çatlakların onarılmasını, 36,2 trilyon dolara ulaşan federal borçlanmanın çözümünü hedeflemektedir. Dış politikada ise Amerika’nın uluslararası konumunu güçlendirmeyi amaçlamaktadır.

Trump’ın dış politikasını yöneten temel ilkeler: Harcamaları azaltmak, baskı uygulamak ve başkalarını kendi çıkarları için kullanmaktır. Müslüman topraklarına gelince, Trump’ın politikası İslam’ın yeniden dirilişine, özellikle de Hilafet’e karşı savaşmaktır. Hilafet, İslam’ın bir devlette somutlaşmasının pratik yoludur. Bu nedenle Amerika, ileri karakol askeri üssünü (Yahudi yerleşimini) topraklarımızda korumayı birinci önceliği haline getirmiştir.

Trump’ın dış politika yöntemlerine gelince, yumuşak gücün çok daha yıkıcı etkisini tamamen göz ardı ederek sadece sert güç kullanımına veya bunu tehdit etmeye dayanıyor. Bu nedenle, kameralar önünde Gazze’de soykırım yapmaktan çekinmiyor ve bölgeyi yerli halkından arındırmaya çalışıyor. Bunu yaparken Yahudi devletini bir araç olarak kullanıyor ve ne Müslümanların ne de dünyadaki özgürlük yanlılarının duygularını önemsiyor.

Uluslararası hukuku ve ABD’nin dünya liderliğini somutlaştırmak için kurduğu kurumları hiçe sayarak, uçaklarını İran’ın nükleer tesislerini vurmak için kullanıyor. Dahası, bölgedeki daha fazla ülkeyi Yahudi devletiyle normalleşme anlaşmalarına (Abraham Anlaşmaları) katılmaya zorluyor. Trump, bu devleti, işbirlikçi Arap yönetimlerinin “Büyük Kardeşi” yapmak istiyor. Arap televizyonlarında Trump’ın şu sözlerine yer verildi: “Abraham Anlaşmaları’na katılmak isteyen birçok ülke var ve İran sorun teşkil ediyor.”

Şüphesiz, güç sarhoşluğuna kapılan ve dünya liderlerinin kendisine boyun eğmesiyle gururlanan Trump, iki önemli gerçeği gözden kaçırıyor:

Birincisi: Amerika ve iç politikasıyla ilgili gerçekler:

Birincisi: Amerika çöküş yolunda önemli mesafe kat etti. Trump’ın izlediği politika, ‘Make America Great Again’ (MAGA) sloganında olduğu gibi, devletini yeniden büyük yapmaya çalışan bir zayıflık stratejisidir. Amerikan toplumu iç çatışmalarla boğuşuyor; bir yanda devlet ile derin devlet arasındaki siyasi çıkar çatışmaları, diğer yanda beyazlar ve siyahlar arasındaki ırksal gerilimler. Trump’ın politikaları bu ayrışmaları daha da derinleştirirken, muhafazakâr sağın vizyonu doğrultusunda yönetimi beyaz erkeklere teslim etmeye çalışıyor. Tüm bunlar toplumu ve devleti zayıflatma riski taşıyor.

İkincisi: İkinci Dünya Savaşı sonrasında kendisini özgürlüğün ve yüksek değerlerin kaynağı olarak pazarlayan Amerika -Bir zamanlar Avrupalı devletlerin sömürgesi olan bu ülke- artık maskesini düşürdü. Halklar artık anladı ki Amerika dünyanın bir numaralı sömürgeci gücüdür. Moğollar ve Tatarlar gibi dünyayı talan eden mutlak kötülükten ibaret, hiçbir değer taşımayan bir imparatorluktur. Zorbalıktan başka bir dayanağı olmayan bu ülke, dünyaya liderlik etme ehliyetini çoktan kaybetmiştir.

İkincisi: İslam ve Müslümanlarla ilgili gerçekler:

İslam, hikmet sahibi olan Allah’tan gelen hak dindir ve insanın dünya hayatını düzene sokmak için gelmiştir. Gerçek Müslüman, yalnızca Allah’ın kulu ve kölesidir. Allah, kudret ve saltanat sahibidir; tüm mahlûkat O’nun azameti karşısında boyun eğer. Allah, dünyada ve ahirette mümin kullarına yardım edecektir: ’Şüphesiz biz peygamberlerimize ve müminlere hem dünya hayatında hem de şahitlerin (şahitlik için) duracakları günde yardım ederiz.’ (Mümin Suresi, 51).”

Allah’a gerçek kul olma mertebesine ulaşan Müslüman, yalnızca O’na dayanır ve O’ndan yardım diler. Amerika’nın gücüne ve sözde büyüklüğüne asla itibar etmez. Tarih buna şahittir.

Son yıllarda İslam Ümmeti’nin maruz kaldığı büyük felaketler, onları düşünmeye sevk etti ve parlak geçmişleriyle içinde bulundukları acınası durumu gözler önüne serdi. Hz. Ömer’in (r.a.): ’Bizler, Allah’ın bu dinle aziz kıldığı bir toplumuz. Eğer izzeti başka yerde ararsak, Allah bizi zelil eder’ sözünün hikmetini anladılar. Anladılar ki, bu dinin hayatlarına canlı bir şekilde dönmesi, ancak Nübüvvet metodu üzere kurulacak bir Hilafet devletiyle mümkündür. İşte bu yüzden Hilafet fikri doğdu ve samimi Müslümanların çabalarıyla İslam coğrafyasında yükselmeye devam ediyor. Artık bu fikir, Müslümanlar arasında yaygın bir kanaat haline geldi.

Çökmekte olan Amerika’nın öncülüğündeki kâfir sömürgeciler, Hilafet fikrinin önüne engeller koymaya çalışsa da boşuna! Bu fikir, Müslümanların kalplerinde yaşıyor ve onu Nübüvvet metodu üzere yeniden ihya etmek için çalışan samimi Müslümanların zihinlerinde şekilleniyor. Gazze’de ve diğer İslam beldelerinde zulüm gören kadınların, çocukların ve yaşlıların yardımına koşmanın farz olduğu, Müslümanların İslam’ın hükümlerinden uzak yaşamalarının yol açtığı sorunlar, Müslümanların tek bir ümmet olarak birleşme ihtiyacı, Müslüman yöneticilerin ihanetleri ve Gazze ile Darfur’da açlıktan ölen Müslümanların servetlerinin yağmalanması… Tüm bunlar, Hilafetin dönüşünü zorunlu kılıyor ve bu fikrin doğuşunu açıklıyor.

Bu fikir, dinamik bir akideden doğmuştur ve ’Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz’ (Al-i İmran Suresi, 110) ayetinde övülen bir ümmet tarafından taşınmaktadır.

 

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir