TARİFE SAVAŞLARI SONRASI: YENİ KÜRESEL DÜZEN İÇİN ÜÇ SENARYO
Trump dönemi tarifeleri ve ardından yaşanan ticaret savaşları, uluslararası sistem üzerine yapılan tartışmaları yeniden şekillendirdi. Amerika Birleşik Devletleri ve Çin’in ekonomik rekabet içinde olmasıyla birlikte, siyasete yön verenler ve analistler, agresif tarife rejimlerinin ardından küresel düzenin nasıl evrilebileceğini değerlendiriyorlar. Amerika tartışmasız hegemonyasını yeniden tesis edecek mi; dünya ABD önderliğinde bir “dolar bölgesi” altında bloklara mı ayrılacak; yoksa gerçekten çok kutuplu bir düzene mi ilerliyoruz? Son dönemdeki gelişmeler — tarife artışları, ittifak değişimleri ve dedolarizasyon çabaları — bu üç senaryoyu netleştiriyor. Bu analiz, ortaya çıkabilecek jeopolitik ve ekonomik manzarayı göz önüne alarak, her senaryoyu sırasıyla inceliyor. En güncel veriler ve uzman yorumları ışığında, olası küresel dönüşümün haritasını çıkarıyor.
Senaryo 1: ABD Küresel Hegemonyasının Yeniden Tesisi (Olası Olmayan Tek Kutupluluk)
Genel Bakış: Bu senaryoda, Amerika Birleşik Devletleri Soğuk Savaş sonrasındaki tartışmasız küresel hegemon statüsünü yeniden kazanacaktır. ABD doları, stratejik rakipler tarafından bile fiili ticaret para birimi olarak kabul edilecek ve Washington’un kuralları dünya ticaretinin ve güvenliğinin koşullarını belirleyecektir. Ancak bunun gerçekleşmesi, Çin’in yükselişinde köklü bir geri dönüş gerektirir. Temel varsayım, Çin’in ancak bir çatışmada yaşanacak yıkıcı bir yenilgi gibi radikal bir yön değişikliğiyle ABD önderliğindeki düzene ve doların hakimiyetine boyun eğeceğidir. Böyle bir şok yaşanmadığı sürece, tek kutuplu düzene dönüş geniş çevrelerce olası görülmemektedir.
Çin’in Teslim Olmasını Gerektiren Koşul: Bu senaryonun temel dayanağı, Çin’in fiilen ABD’nin üstünlüğünü kabul etmesidir ki mevcut Çin liderliği bunu yapmaya istekli değildir. Çinli yetkililer sürekli olarak Amerikan “hegemonyacılığını” reddetmekte ve ABD hakimiyetinin gerilemesini “yüzyılda bir görülen değişimlerin” bir parçası olarak nitelendirmektedir. Pekin’i ast bir rolü kabul etmeye ancak bir felaket zorlayabilir – analistler genellikle Tayvan üzerinde çıkabilecek varsayımsal bir savaşa işaret ediyor. Çin’in silahlı bir çatışmada yaşayacağı feci bir yenilgi, örneğin, Pekin rejimini istikrarsızlaştırabilir ve büyük güç olma hedeflerini sekteye uğratabilir. Gerçekten de, Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nin bir raporuna göre, ABD’nin savaş oyunu simülasyonları, Çin’in Tayvan’a yapacağı bir işgalin (ABD müdahale ederse) büyük olasılıkla başarısız olacağını ve böyle bir başarısızlığın “Çin Komünist Partisi’nin yönetimini sarsabileceğini” öne sürüyor. Ancak yıkıcı bir yenilginin ardından – Çin ordusu küçük düşmüş ve ekonomisi sarsıntı geçiriyorken – Pekin, ABD’nin küresel liderliğini ve ticarette ABD dolarının üstünlüğünü kabul etmek zorunda kalabilir.
Askeri ve Ekonomik Değişimler: Şimdilik, Amerika Birleşik Devletleri böyle bir çatışmayı engellemeye çalışıyor, savaşa meyilli değil. Amerika’nın Asya’daki stratejisi savunma odaklı ve ittifak temelli oldu: Washington, Çin’in saldırganlığının başarıya ulaşmasını engellemek için Hint-Pasifik müttefiklerinden (Japonya, Güney Kore, Avustralya, Filipinler, Hindistan ve diğerleri) oluşan bir koalisyon güçlendirdi. Acı gerçek şu ki, Amerika’nın üstünlüğünü zorla yeniden tesis etmek için yapılacak bir savaş çok büyük bir bedel gerektirecektir. ABD ve Tayvan, Tayvan Boğazı’nda çıkacak bir savaşta askeri açıdan galip gelse bile, tüm tarafların kaybı ağır olacak – fazla sayıda ABD uçak gemisinin batması, ticaretin çökmesi ve binlerce hayatın yitirilmesi gibi. Hiçbir sorumlu ABD lideri, hegemonyasını yeniden tesis etmek için böylesine zararlı bir yolu tercih etmez. Savaş olmadığı sürece, ABD’nin üstünlüğü Çin’in süregelen ekonomik ve askeri ağırlığıyla sınırlı kalacaktır.
Değerlendirme: Dolayısıyla, yeniden tesis edilmiş bir Pax Americana(Amerikan Barışı) en düşük ihtimal olarak kalıyor. Günümüzdeki resmi ABD politika açıklamaları, tek kutupluluğa dönüşü öngörmüyor; bunun yerine Çin’in yükselişini yönetmek için Çin ile rekabeti ve ittifakları güçlendirmeyi vurguluyor. Pekin’in çöküşü ya da dönüştürücü bir kriz yaşanmadığı sürece, Çin ABD dolarını Washington’un şartlarıyla küresel para birimi olarak basitçe kabul etmeyecektir. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in hükümetine göre, ABD’nin gücü azalıyor ve yeniden canlanması kaçınılmaz değil. Bu durumda ABD hegemonyasının yeniden tesisi büyük ölçüde ihtimal planlaması (ya da Şahin Fantezisi) alanında yer alıyor. Yalnızca radikal bir altüst oluş – örneğin Pekin’in savaşta yenilgisi ve Çin Komünist Partisi’nin küçük düşürülmesi – bu senaryo için koşulları yaratabilir ve o durumda bile küresel düzen kanlı ve istikrarsız olurdu. Öngörülebilir gelecekte Amerikan stratejistleri rakipliğe hazırlanıyor, tartışmasız bir egemenliğe değil.
Senaryo 2: ABD Öncülüğünde Bir “Dolar Bölgesi” (Sınırlı Ömürlü Müttefik Blok)
Genel Bakış: İkinci senaryo, dünyanın ekonomik bloklara bölünmesini öngörüyor. Bu senaryoda Amerika Birleşik Devletleri, müttefikleri ve ortaklarından oluşan bir “dolar bölgesi” yaratıyor. Bu bölge, ticaret bağları, ortak kurumlar ve Amerikan güvenlik şemsiyesiyle bir arada tutuluyor. Bu dolar bölgesi, gümrük vergisi tehditleri ve güvenlik garantilerinin karışımıyla ayakta tutulacaktır: Washington, müttefiklerini rakip güçlerle bağlarını derinleştirmekten caydırmak için (cezai gümrük vergileri veya ihracat kontrolleri gibi) ekonomik baskı unsurlarını kullanırken, sadakati savunma taahhütleri ve ABD pazarlarına ayrıcalıklı erişimle ödüllendirecektir. Böyle bir blok, ABD’nin yakın ticaret ortaklarını ve ittifaklıklarını (NATO Avrupası’ndan Japonya, Güney Kore, Avustralya, Kanada ve ABD ticaretine/korumasına bağımlı diğerlerini) kapsayabilir. Esasen bu, Çin ve Rusya’dan kısmi ayrışma anlamına gelir – demokrasilerden ve ABD yanlısı ülkelerden oluşan güçlendirilmiş bir ekonomik ittifak yaratılır.
Baskı Aracı Olarak Gümrük Vergileri: Trump yönetimi bu zorlayıcı yaklaşıma dair bir yol haritası sundu. 2010’ların sonlarında ABD, stratejik hedeflere ulaşmak için dost ülkeleri bile gümrük vergileriyle baskı altına almaya istekli olduğunu gösterdi. Örneğin 2019’da Başkan Trump, göçü engellemeye yardımcı olmazsa Meksika’ya kapsamlı gümrük vergileri uygulamakla tehdit etti – bu tehdit Meksika’yı harekete geçmeye zorladı. ABD’nin yaklaşan gümrük vergisi baskısı altında, Meksika göçmen akışını sınırlamak için Ulusal Muhafızlarını konuşlandırmayı ve sığınmacıları Meksika topraklarında tutmaya yönelik programları genişletmeyi kabul etti. “Gümrük vergisi tehdidi, Meksika’yı yasa dışı göçü kontrol altına almak için benzeri görülmemiş adımlar atmaya ikna etti,” diye belirtti o dönemde ABD Senatörü Marco Rubio. Benzer taktikler Kanada, Avrupa Birliği ve Güney Kore ile ticaret konularında da kullanıldı. Ders açıktı: ABD, devasa ithalat pazarını bir koz olarak kullanabilir, gümrük vergilerini hem ekonomik hem de siyasi tavizler elde etmek için bir pazarlık aracı haline getirebilirdi.
Bugün Biden yönetimi, daha hedefe yönelik bir şekilde de olsa, gümrük vergilerini ABD yanlısı bir ekonomik düzeni güçlendirmek için kullanmaya devam ediyor. Özellikle, Başkan Biden Çin’e yönelik Trump dönemine ait gümrük vergilerinin çoğunu korudu ve bazılarını stratejik sektörlerde genişletti. 2024’te Çin politikasına ilişkin yasal bir incelemenin ardından, ABD Ticaret Temsilcisi Katherine Tai, gümrük vergilerinin Çin’i adil olmayan ticaret uygulamaları konusunda adımlar atmaya teşvik ettiğini ve ABD ekonomisi üzerinde yalnızca “küçük bir olumsuz etkisi” olduğunu belirtti. Sonuç olarak, Washington, gümrük vergilerini kaldırmak yerine, kritik Çinli ürünler üzerinde artırmaya yöneldi: örneğin, Çinli elektrikli araçlar üzerindeki vergiyi %100 gibi yüksek bir orana çıkardı. Bu sert tutum, müttefiklere ABD’nin Çin’le önemli sektörlerde ayrışmaya hazır olduğunu ve dostlarının da aynı şekilde hareket etmesini beklediğini, aksi takdirde Amerikan pazarından dışlanacaklarını gösteriyor. Hazine Bakanı Janet Yellen, “Dostlardan Tedarik” ilkesini açıkça teşvik etti, yani “Tedarik zincirlerimizi geniş bir güvenilir müttefik ve ortak yelpazesinde çeşitlendirerek” diye belirtip böylece düşmanlardan izole, ekonomik olarak dirençli bir blok oluşturmayı amaçladı.
Güvenlik Garantileri ve İttifaklar: Bu caydırıcılık araçlarını tamamlayan garanti, Amerika’nın rakipsiz ittifaklar ağıdır. ABD, birçok ülkeye şunu söylüyor: Batı kampını seçin, sizi koruyacağız. Avrupa’da NATO ittifakı (2023’te Finlandiya’nın katılımıyla genişledi, İsveç de sırada), Rusya’nın Ukrayna’daki savaşına karşı ABD öncülüğündeki yaptırımlara katılan ülkelerin güvenliğini garanti ediyor. **Hint-Pasifik’te ABD, daha sıkı savunma anlaşmaları yaptı – Avustralya’ya nükleer denizaltı sağlayan Aukus anlaşmasından, 2023’te ABD-Japonya-Güney Kore Camp-David Zirvesi’yle üçlü güvenlik işbirliğini güçlendirmeye kadar. Washington ayrıca Filipinler’deki askeri erişimini genişletti ve Tayvan’ın savunmasını güçlendirdi, müttefiklerine Çin saldırganlığına karşı onları destekleyeceğini dolaylı olarak garanti etti. Bu güvenlik hamleleri, “biz ve onlar” şeklindeki bir ayrışmayı pekiştiriyor: ABD bloğundaki ülkeler Amerikan korumasından yararlanırken, bu bloğun dışında kalanlar cezalandırıcı önlemlerle karşı karşıya kalabilir. ABD ile uyumlu olan ve ABD’nin güvenliği ya da ticaretine bağımlı olan devletler için Washington’la birlikte hareket etme teşvikleri oldukça güçlüdür. Örneğin bir Güney Koreli ya da Polonyalı yetkili, Çin’in yörüngesine kayarak gümrük cezalarına ya da ABD savunma desteğinde bir azalmaya maruz kalma riskini göze almadan önce iki kez düşünecektir.
Cazibe ve Sınırlar: Kısa vadede, ABD öncülüğündeki bir dolar bölgesi sağlamlaşabilir. Amerikan ekonomisiyle derin bağları olan ülkeler (Meksika, Kanada, Avrupa, Japonya vb.) ve düşman komşularından çekinen (ABD’nin askeri gücüne bel bağlayan Doğu Asya’daki birçok ülke gibi) devletler, Washington’la sıkı bir şekilde ittifak kurma eğilimindedir. ABD’nin finansal gücü – dünyanın başlıca rezerv para birimine ve bankacılık ağlarına olan hakimiyeti – bu bloğu daha da güçlendirir. Hazine Bakanı Yellen, “Hiçbir ülkenin doları devre dışı bırakacak bir yol bulması kolay olmayacak,” diyerek ABD finansal sisteminin derinliği, hukuk devleti ilkeleri ve açıklığının eşsiz avantajlar sunduğunu vurguladı. Bu avantajlar, birçok ekonomi için dolar merkezli bir sisteme bağlı kalmayı en az dirençle ilerlenen yol haline getiriyor.
Ancak bu modelin uzun vadeli sürdürülebilirliği belirsizdir. Öncelikle, ABD müttefikleri “Köle” gibi muamele görmek istememektedir. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Avrupa’nın Washington’un çizdiği rotayı sorgusuzca takip etmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş, Çin ve Tayvan gibi konularda “Avrupalılar olarak bizim takipçi olmamız gerektiğini düşünmek en kötü şey olur” diyerek uyarıda bulunmuştur. Avrupa’nın “stratejik özerklik” söylemi, en yakın müttefiklerin bile ABD’nin sert ekonomik baskısından hoşnutsuz olduğunu göstermektedir. Dahası, dışlayıcı bir blok yaklaşımı, dünyanın geniş bir kesimini uzaklaştırma ve karşı ittifaklara yöneltme riski taşımaktadır (Senaryo 3’te olduğu gibi). Ekonomik parçalanma ise herkes için maliyet yaratır. Uluslararası Para Fonu (IMF), küresel ekonomide keskin bir bölünmenin uzun vadede küresel GSYİH’nın %7’sine kadar düşüşe yol açabileceği konusunda uyarıyor. “Sınırlı parçalanma” bile büyümeyi azaltabilir ve tedarik zincirlerini bozabilirken, ticaret bloklarıyla birlikte tam bir teknolojik ayrışma, küresel üretimin %8 ila %12’si arasında daha derin kayıplara neden olabilir. Bu tür sonuçlar, hem ABD’nin müttefiklerini hem de rakiplerini olumsuz etkiler. Ayrıca, bir dolar bölgesinin sürdürülebilirliği, yıllar hatta on yıllar boyunca ABD’nin siyasi iradesine bağlıdır. Eğer ABD liderliği zayıflarsa (ya da daha içe dönük bir yönetim başa gelirse), bu blok dağılabilir. İronik bir şekilde, bloğu bir arada tutan tarifelere dayalı yaklaşım aynı zamanda güvensizlik yaratır; ülkeler Amerikan taleplerinden rahatsız olabilir ve öngörülemez bir süper güce olan bağımlılıklarını azaltmanın yollarını aramaya başlayabilir.
Değerlendirme: ABD öncülüğündeki bir dolar bölgesi, Çin ve Rusya’ya karşı hizalanmış liberal demokrasiler ve kilit ortaklardan oluşan güçlendirilmiş bir ekonomik koalisyon olarak orta vadede gerçekten de bir gerçekliğe dönüşebilir. 2025 yılı, bu senaryonun birçok güçlü işaretini gösteriyor: Amerika, rakiplerine yönelik ticaret kısıtlamalarını artırıyor ve ittifak taahhütlerini derinleştiriyor. Yine de bu durum, muhtemelen kalıcı bir son noktadan ziyade geçici bir geçiş aşamasını temsil ediyor. Müttefiklere yönelik baskı, küresel verimsizlikler ve diğer ülkeleri alternatifler aramaya iten dinamikler gibi içsel çelişkiler, bu yapının yüzyılın geri kalanını tek başına tanımlayamayacağını gösteriyor. ABD doları bu bölgede baskın kalmaya devam edecek olsa da, Washington tarifeler ve yaptırımları birer silah olarak kullandıkça, tarafsız ülkeleri dolardan uzaklaşmaya teşvik etmesi daha olası hale geliyor (Yellen bile bunu kabul ederek, “ABD ne kadar çok yaptırım uygularsa, o kadar çok ülke dolar dışı sistemler arayacaktır” demişti). Özetle, dolar bölgesi Batı’ya yeniden toparlanmak ve kuralları belirlemek için zaman kazandırabilir, ancak zaten alternatif yollar arayan küresel bir dünyada bu yaklaşım giderek azalan getirilerle karşı karşıya kalacaktır.
Senaryo 3: Parçalanmış Çok Kutuplu Bir Dünya (Bölgesel Güçler ve Para Birimleri)
Genel Bakış: Üçüncü senaryo, gerçekten çok kutuplu bir dünyanın ortaya çıkacağını öngörüyor – yani gücün tek bir merkezde toplanmadığı, birden fazla güç odağının bulunduğu küresel bir düzen. Bu manzarada ne ABD ne de Çin açık bir şekilde egemenlik kurabiliyor. Bunun yerine, Çin, ABD, AB, Hindistan, Rusya ve belki Brezilya ya da bir Orta Doğu koalisyonu gibi birkaç bölgesel büyük güç ve blok, kendi etki alanlarında nüfuz sahibi oluyor. Buna paralel olarak, tek bir para birimi üstünlük kurmuyor; ABD dolarının uluslararası rezervlerdeki ve ticaretteki payı azalmaya devam ediyor ve yerini çeşitli para birimleri ve ödeme sistemlerinden oluşan bir yamalı bohçaya bırakıyor. Sonuç olarak ekonomik sistemlerde bir çoğulluk (çoğulculuk) ortaya çıkıyor: örneğin Asya’nın bazı bölgelerinde yuan bölgesi, diğer bölgelerde avronun veya rupinin daha yaygın kullanımı ve finansal güvence olarak emtia ya da altına artan bir yönelim görülüyor. Bu senaryo, siyasi, ekonomik ve finansal anlamda gücün merkezsizleşmesiyle (desantralizasyon) karakterize ediliyor.
Bir yığın altın külçesi. Birçok ülke, son iki yılda ABD dolarından uzaklaşarak rezervlerini çeşitlendirme yoluna giderken altın rezervlerini keskin bir şekilde artırdı. 2022 ve 2023 yıllarında, dünya genelindeki merkez bankaları her yıl 1.000 tondan fazla altın satın aldı – bu, son on yılın ortalamasının iki katı – ve bu hamle, dolar varlıklarına olan bağımlılığı azaltma çabasının bir parçasıydı.
Çok Kutupluluğun Sürücüleri: Son dönemdeki birkaç eğilim, bu parçalı küresel düzene işaret ediyor. Bunlardan biri, Batı dışındaki ülkelerde dolarizasyon karşıtı çabaların hız kazanması. ABD’nin finansal araçları silah gibi kullanmasına (örneğin 2022’de Rusya’nın dolar rezervlerini dondurması gibi) tepki olarak, Çin, Rusya, İran ve Brezilya gibi ülkeler, başka para birimleriyle işlem yapma konusundaki kararlılıklarını artırdılar. 2023 BRICS zirvesinde, liderler ABD öncülüğündeki finansal sisteme alternatifler oluşturmayı – yeni ödeme ağlarından ortak para birimi ihtimaline kadar – açıkça tartıştılar. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, “Ticarette ulusal para birimlerinin kullanımını artırma olasılığını inceliyoruz” diyerek, BRICS ülkelerinin SWIFT ödeme sistemine alternatif arayışını vurguladı. Uzmanlar, bir BRICS para birimi ya da SWIFT’e alternatif geliştirmenin söylemesi kadar kolay olmadığını belirtse de, Batı dışındaki ülkelerde bu yöndeki siyasi iradenin açıkça arttığı görülüyor. Ticaret desenleri de bunu destekliyor: Çin ve Hindistan, yaptırımlara karşı durmanın ve Rus petrolünü yerel para birimleriyle almanın mümkün olduğunu gösterdi – bu örneğin benzer durumda olan başka ülkelerce de taklit edilmesi muhtemel.
Küresel Güney’den öne çıkan sesler dolar bağımlılığına karşı çıkıyor. 2023 Nisan’ında, Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inácio Lula da Silva, Şanghay’da yaptığı konuşmada dolar merkezli sistemi sert bir şekilde eleştirdi ve açık bir soruyla meydan okudu: “Ticareti neden kendi para birimlerimiz üzerinden yapamıyoruz? Altın standardından sonra doların para birimi olmasına kim karar verdi?” Lula, BRICS ülkelerini ticaret için ortak bir para birimini düşünmeye davet ederek, doların “aşırı ayrıcalıklı” konumuna duyulan genel memnuniyetsizliğe tercüman oldu. Güney Afrika’dan Endonezya’ya kadar birçok yükselen güç, 1945 sonrası kurulan para düzeninin günümüz güç dengelerini yansıtmadığını düşünüyor. Çin ise kendi adına renminbinin (RMB) uluslararasılaştırılmasını istikrarlı şekilde destekliyor – onlarca ülkeyle swap (para takası) anlaşmaları kurdu, Suudi Arabistan gibi petrol ihracatçılarını enerji satışlarını yuan üzerinden fiyatlandırmaları için teşvik etti. 2024 başlarına gelindiğinde, doların küresel döviz rezervlerindeki payı %58–59’a kadar geriledi (Bu oran yirmi yıl önce %70’in üzerindeydi). Merkez bankaları, rezervlerini daha geniş bir para birimi yelpazesiyle ve altınla çeşitlendirmeye başladı. Dolar hâlâ en büyük rezerv para birimi olsa da, gidişat aşağı yönlü, ve şu an yerini birebir dolduracak başka bir para birimi de yükselmiyor. Bunun yerine, eski IMF yetkilisi Hung Tran’ın da belirttiği gibi, en büyük artış “daha az kullanılan para birimleri” (Kanada ve Avustralya doları, RMB vb.) ve altın gibi alternatiflerde görülüyor – bu da, yeni bir hegemonya yerine çoklu alternatiflere dayalı bir geçişe işaret ediyor.
Bölgesel Güç Merkezleri: Jeopolitik açıdan, çok kutuplu senaryo bölgesel güçlerin artan iddialarıyla daha da pekişiyor. Çin bu süreçte açıkça ön saflarda yer alıyor – dünyanın ikinci büyük ekonomisine ve modernleşen bir orduya sahip olan Pekin, kendisini Asya’nın ve genel olarak gelişmekte olan dünyanın lider gücü olarak görüyor. Çin, 1990’lardan bu yana Rusya ile birlikte, Batı’nın hakimiyetinde olmayan “Çok kutuplu bir dünya ve yeni bir dünya düzeni” oluşturmayı hedeflediğini açıkça dile getiriyor. Çin’in diplomatik stratejisi – Kuşak ve Yol Girişimi, ikili ticaret anlaşmaları ve Asya Altyapı Yatırım Bankası gibi kurumlar aracılığıyla – Avrasya ve Afrika’da Çin merkezli bir ağ kuruyor. Hindistan da yükselen bir güç olarak öne çıkıyor: Dünyanın en kalabalık ülkesi olmaya ve ilk beş ekonomi arasına girmeye hazırlanan Hindistan, bağımsız bir rota izliyor. Bazı konularda Batı ile işbirliği yaparken (Örneğin, Dörtlü Güvenlik Diyaloğu – Quad gibi platformlarda), enerji konusunda Rusya’ya yakın duruyor ve G20 gibi platformlarda Küresel Güney’in liderliğini sürdürüyor. Yaptırımlar ve savaş nedeniyle zayıflamış olsa da, Rusya hâlâ bir nükleer süper güç konumunda ve Orta Asya ile Ortadoğu ve Afrika’nın bazı bölgelerinde (Çoğu zaman Wagner paralı asker grubu ve enerji diplomasisi aracılığıyla) etkisini sürdürüyor. Suudi Arabistan ve İran gibi Orta Doğu güçleri, giderek daha fazla işbirliği yapıyor – özellikle 2023’te Çin’in arabuluculuğuyla sağlanan yumuşama (Détente) bu süreci hızlandırdı – ve petrol satışlarını dolar dışı para birimleriyle gerçekleştirme olasılığını araştırıyorlar. Bu durum, geleneksel Petrodolar düzenini tehdit ediyor. Latin Amerika’da Brezilya, Güney-Güney işbirliğini artırma yönünde öncülük ediyor ve BRICS içinde ABD öncülüğündeki finans sistemini sorgulayan bir duruş benimsiyor. Avrupa bile daha bağımsız bir kutup haline gelebilir: Transatlantik ilişkilerdeki olası görüş ayrılıkları (örneğin Ukrayna savaşının nasıl sona ereceği ya da Çin’le nasıl ilişki kurulacağı gibi konular) genişlerse, Avrupa Birliği daha otonom bir yol izleyebilir; farklı ticaret ortaklarıyla çalışabilir ve dolar yerine euro ve diğer araçları daha fazla kullanabilir.
Çok Kutuplu Düzenin Özellikleri: Bu dünyada, tek bir ideoloji ya da model evrensel olarak egemen değil. Bunun yerine, pragmatizm ve çoğulculuk ön planda. Ülkeler, ortaklarını ve para birimlerini bir hegemon güce sadakatle değil, kolaylık ve bağlama göre seçecek. Örneğin, Güneydoğu Asya’daki bir ülke aynı anda ABD öncülüğündeki askeri tatbikatlara katılabilir, Çin’in altyapı projelerine dahil olabilir, petrol ticaretini yuan ile yapabilir ve döviz rezervlerinin bir kısmını dolar ve altın olarak tutabilir. Para birimleri muhtemelen görev paylaşımına gider: ABD doları, Kuzey Amerika’da hâlâ baskın olabilir ve küresel ölçekte uzun süre önemli olmaya devam edebilir (Özellikle alışkanlıklar ve ABD finansal piyasalarının büyüklüğü nedeniyle). Ancak Çin yuanı, Asya içi ticaret ve yatırımlar için birincil araç haline gelebilir; euro, Avrupa çevresinde baskın kalabilir; diğer para birimleri ise daha sınırlı ve özel roller üstlenebilir. Hiçbir para birimi, 20. yüzyılın sonlarında doların sahip olduğu sorgusuz liderliği sürdürmeyecek. Bunun yerine, birden çok para birimi – ve belki de dijital ödeme sistemleri ya da kripto paralar – sahneyi paylaşacak. Bu yapının altyapısı şimdiden oluşmaya başladı: Çin’in CIPS ödeme sistemi (SWIFT’e kısmi bir alternatif), Hindistan’ın UPI ve rupi bazlı ödeme mekanizmaları, Rusya’nın MIR kart sistemi ve çeşitli ikili para takası (swap) anlaşmaları bu yeni ekosistemin parçaları. Bir Hintli bankacının da dediği gibi, “ABD dolarından uzaklaşmak ancak paralel bir ekosistem kurarsanız mümkündür” – ve bu paralel ekosistem yavaş yavaş inşa ediliyor.
Politik olarak, çok kutuplu bir dünya daha akışkan ve işlem odaklı bir diplomasi anlamına gelir. Ülkeler, her konuya göre hizalanmalarını değiştirebilir. Küresel yönetişim, resmi kurumlarda (örneğin BM veya WTO gibi) daha fazla tıkanıklık yaşayabilir, çünkü uzlaşı sağlamak daha zor hale gelebilir, ancak aynı zamanda belirli sorunlarla başa çıkmak için yeni koalisyonlar da ortaya çıkabilir (iklim kulüpleri, ABD’nin yer almadığı bölgesel güvenlik paktları vb.). En önemlisi, tek bir güç kuralları tek taraflı olarak belirleyemez, bu da normların müzakere yoluyla ya da bazen güç karşıtlıklarıyla ortaya çıkacağı anlamına gelir. Bu, hem daha kapsayıcı bir karar alma fırsatı hem de tehlike oluşturabilir (Örneğin, kimse küresel kamu mallarını sağlamazsa). Örneğin, finansal güvenlik ağları bölgeselleşebilir – Asya ya da BRICS kalkınma bankaları, IMF’nin bir zamanlar egemen olduğu yerlerde devreye girebilir.
Zorluklar ve Riskler: Çok kutuplu senaryo, mutlaka barışçıl ya da istikrarlı olmayabilir. Tarihsel olarak, çok kutuplu sistemler (Örneğin, 19. yüzyıldaki güç dengesi) yanılgıya ve değişen ittifaklarla çatışmalara yol açma eğilimindedir. Belirgin bir egemen dengeleyici yoksa, yerel anlaşmazlıklar (Örneğin, bölgesel güçler arasında) üzerinde denetim bulunan bir otorite olmadığında tırmanabilir. Ayrıca, para birimleri rekabet halinde olursa, döviz kuru dalgalanması ve sermaye piyasalarının bölünmesi artabilir. Bir IMF çalışması, daha derin bir bölünmenin finansal dalgalanmayı artırabileceğini ve ülkelerin büyüme potansiyelini azaltabileceğini, çünkü sınır ötesi risk paylaşımının azalacağını belirtiyor. Brezilya ve Hindistan gibi ülkeler, özerkliklerini savunurken, daha az uyumlu bir finansal sistem nedeniyle küresel yatırımcılar daha yüksek risk primleri talep ederse istikrarsızlık riskiyle karşı karşıya kalabilirler. Geçiş dönemi çalkantılı olabilir: Ülkeler dolar dışı ticaretle denemeler yaparken, pratik engelleri aşmak zorunda kalacaklardır (para birimi dönüştürülebilirliği, yeni sistemlerde güven oluşturma vb.). Uzmanlar, de-dolarizasyonun doların mevcut avantajları nedeniyle zor olduğunu uyarıyorlar – likidite, istikrar ve hemen bir alternatifin olmaması. Gerçekten de, Lula’nın yetkilileri bile, bu tür değişikliklerin “zor olduğunu çünkü buna alışkın olmadığımızı” kabul ediyorlar: “Herkes şu anda sadece bir para birimine bağlı.” Bu, çok kutuplu dünyanın tam anlamıyla bir gecede ortaya çıkmayacağını, bunun yerine kademeli olarak, bazen geri adımlar atarak gelişeceğini vurguluyor.
Değerlendirme: Birçok uzman, bu parçalanmış çok kutuplu düzeni, ABD hegemonyasının gerilemesi ancak Çin’in tam anlamıyla onu geçememesiyle en olası uzun vadeli sonuç olarak görüyor. Bir analiz, “Derinleşen jeopolitik karşıtlıkların” “Doların ve ABD’nin uluslararası finans sistemindeki egemen rolünü giderek azaltacağını” öngörüyor ve ABD’nin önceliğinde sürekli bir azalma bekliyor. Washington ve Pekin arasında beklenmedik bir ortaklık (Stratejik rekabet ortamında pek olası görünmüyor) dışında, dünya gücün yayılmasını yönetmeye doğru ilerliyor. Son resmi açıklamalar da bu gerçeği yansıtıyor: ABD Hazine Bakanı Yellen, zaman içinde “Diğer varlıkların küresel rezervlerdeki payının kademeli olarak artacağını” kabul etti. Diğer bir deyişle, dolardan uzaklaşma, zaten kenarda kenarda gerçekleşiyor. Batı dışındaki ülkeler için çok kutuplu vizyon cazip: Daha fazla etki ve seçenek vaat ediyor. Çin, yükselmesini, hiçbir süper gücün diğerlerini “sınırlayamayacağı” yeni bir çok kutuplu düzenin parçası olarak açıkça sunuyor – Bu, birçok gelişmekte olan devlet için cazip bir mesaj.
Çok kutuplu bir senaryoda, ABD ve müttefikleri güçlü oyuncular olarak kalacak, ancak kalabalık bir alanda rekabet etmek zorunda kalacaklar. Amerika, belirli konularda koalisyonlar kurmak için ustaca bir diplomasi uygulamak zorunda kalacak (Diğer konularda ise aynı ortakların Çin veya diğerleriyle birleşebileceğini kabul ederek). ABD doları, yıllarca hâlâ en büyük para birimi olabilir, ancak küresel ticarette bölgesel para birimleri ve emtialarla birlikte varlık gösterecek. 2025 yılı, böyle bir varoluşu zaten gösteriyor: doların küresel rezervlerdeki payı %59’un altına düşmüş durumda; 40’tan fazla ülke BRICS’e katılmak veya onun finansal girişimleriyle uyum sağlamak istediklerini belirtti; ve merkez bankaları, yakın zamanda hatırlanan hiçbir zamandan daha fazla altın (Nötr bir varlık) tutuyor. Tüm bu göstergeler, tek bir ülkenin veya para biriminin evrensel olarak şartları dikte edemeyeceği bir sisteme işaret ediyor. Bunun yerine, etki her bölgedeki ortaklık ve ikna yoluyla kazanılacak.
Sonuç: Belirsiz Bir Geçişi Yönetmek
Her bir bu senaryo – yeniden kurulan bir ABD hegemonyası, ABD liderliğindeki bir blok ya da çok kutuplu bir yama – gümrük savaşlarının ardından dünya düzenine dair farklı bir vizyon sunuyor. En olanaksız olanı, tek bir Amerikan egemenliğine dönüş; dünya çok değişti ve Çin’in yükselişi (Felaket yaşanmadığı sürece) geri döndürülemez. Dolar bölgesi senaryosu zaten kısmen uygulanıyor, ancak bu, Washington’un pozisyonunu güçlendirmek için geçici bir strateji gibi görünüyor, sürdürülebilir bir son durumdan çok. Pratikte giderek daha fazla ortaya çıkan çok kutuplu dünya, dağılmış ama daha temsilci bir düzeni temsil ediyor – yine de, hâlâ istikrarsızlık, çekişme ve güç boşluklarıyla dolu bir düzen.
Gerçekte, geleceğin senaryoların ikinci ve üçüncü unsurlarını birleştirmesi muhtemeldir: Blok tarzı bir rekabet ve kısmi ayrışma dönemi, ardından daha esnek, çok kutuplu bir denge. Politikacılar buna göre strateji izliyorlar – Washington ittifaklara ve gümrük vergilerine odaklanıyor, Pekin bölgesel etkisini pekiştiriyor ve orta büyüklükteki güçler stratejik özerkliklerini savunuyor. Ancak, bu artan güç yayılmasıyla birlikte paralel bir fırsat da ortaya çıkıyor: Geleneksel etki merkezlerinin dışındaki ülkeler, artık daha fazla manevra yapma alanına sahip olabilirler.
Bu durum Müslüman dünyasını da içeriyor.
Küresel yeniden yapılanmanın tozu dağılmaya başladıkça, kritik bir soru ortaya çıkıyor: İslam dünyası—Fas’tan Malezya’ya kadar uzanan—kendini büyük güç rekabetinin pasif bir arenası olarak değil, ajandası, nüfuzu ve stratejik vizyonu olan entegre bir aktör olarak nasıl konumlandırabilir? Enerji kaynakları, jeostratejik deniz yolları, genç bir nüfus ve gelişen bir finansal ekosistem gibi kritik varlıklara sahip olan İslam dünyası, ortak ekonomik ve siyasi çıkarlar etrafında birleşme potansiyeline sahiptir. Ancak bu fırsatı yakalamak, yalnızca retorikten daha fazlasını gerektirecek; kurumsal koordinasyon, egemen politika yeniliği ve gelişen bloklar arasında hareket ederken kendi etkileşim şartlarını savunan bir stratejik duruşun oluşturulmasını gerektirecek.
Kısacası, bu yazı küresel düzenin yapısal değişimlerini özetlemişken, bir sonraki soru, ana medeniyet ve bölgesel aktörlerin – özellikle İslam dünyasının – gelen düzenle nasıl uyum sağlayabileceği, şekillendirebileceği ve nihayetinde nasıl başarılı olacağıdır. Bu, bir sonraki analizin odak noktası olacak.
Tarife savaşlarının ardından küresel düzen henüz yazılmadı. Ne olacağı, sadece Washington ya da Pekin tarafından değil, bu geçiş dönemini dünyadaki yerlerini yeniden şekillendirmek için nadir bir an olarak görenler tarafından da şekillendirilecektir.