Rusya, tarih boyunca Doğu Avrupa’nın geleceğini belirleyen büyük bir güç olmuştur. İlk Slav topluluklarının yerleşiminden itibaren, Viking kökenli Varegler tarafından kurulan Kiev Rus Devleti, Moğol istilalarıyla parçalanmış, ardından Moskova Knezliği’nin yükselişiyle yeniden birleşerek Çarlık Rusya’ya dönüşmüştür. 20. yüzyılın başlarında yaşanan devrimler, Çarlık rejimini yıkarak Sovyetler Birliği’ni doğurmuş, Soğuk Savaş’ın ardından ise Rusya Federasyonu olarak varlığını sürdürmüştür. Bu makalede, Rusya’nın tarih sahnesindeki yükselişini, çöküşlerini ve yeniden güç kazanma süreçlerini ele alarak, imparatorluklardan ideolojilere ve liderlere kadar geniş bir perspektif sumaya çalışacağız.
TEMEL BİLGİLER VE KRONOLOJİ
Doğu Slavlarının Kökenleri
Slavların ilk vatanı, genel görüşle, Doğu Avrupa’da yer alan Polonya, Ukrayna ve Belarus’un kuzeybatısıdır. Slavlar, bu bölgeden 6. yüzyıldan itibaren Kavimler Göçüyle birlikte Asya’dan gelen göçebe kavimlerin baskısı, yeni topraklar arayışı ve nüfus artışı nedeniyle göç edip Avrupa’nın farklı bölgelerine yayılmışlardır. Bu göçler sonucunda üç ana gruba ayrılmışlardır:
Doğu Slavları: Rusya, Ukrayna, Belarus.
Batı Slavları: Polonya, Çekya, Slovakya, Almanya’nın doğusu.
Güney Slavları: Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya, Bosna-Hersek, Karadağ, Makedonya, Bulgaristan.
Doğu Slavları, günümüzdeki Ruslar, Ukraynalılar ve Beyaz Rusların ataları olarak kabul edilirler. Slavlar, genel olarak kabileler ve boylar şeklinde yaşarlardı. Birleşip tek bir devlet oluşturacak bir yapıya sahip değillerdi.
469 yılında Avrupa Hun Devleti’nin yıkılmasıyla beraber Avrupa’da bir siyasi boşluk oluştu. Avrupa’da yaşayan çeşitli boylar birleşerek ufak tefek beylik tarzı devletler oluşmasına rağmen büyük bir devlet oluşumu gözlenmedi.
550’li yıllarda Asya’da Göktürk Kağanlığının kurulmasıyla birlikte o bölgede bulunan Avarlar, Avrupa’ya göçüp siyasi boşluktan da yararlanarak şu andaki Macaristan sınırları içinde bulunan Panonya merkezli bir devlet kurdular. Böylece Slavların çoğu Avar hakimiyetine girdiler. Avar hakimiyetine karşı çıkan boylar ortadan kaldırıldı.
Avar Devleti çöküşe geçip yaklaşık yüz yıl süren Avar hakimiyeti zayıfladıktan sonra, bu sefer de yükselen güçlü bir Türk devleti olan Hazarların hakimiyetine girdiler. Hazar Devleti, Karadeniz’in kuzeyi, Kafkaslar, Hazar Denizi çevresi ve bugünkü Rusya’nın batısında kalan Volga Nehri’ne kadar uzanan alanda siyasi varlık gösteriyordu. Doğu Avrupa’nın da o andaki en büyük siyasi teşkilatıydı.
Hazarlar, bugünkü Kırım bölgesinde bulunan Kerç Boğazı’nda ticari iskeleler ve kaleler kurdular. Orta Dinyeper denilen bugünkü Kiev çevresinde şehirler kurdular. Bu durum Kiev’in gelişmesinde büyük rol oynadı. O zamanlarda Kiev’in adı Sambata ya da Sarkata’ydı.
Hazarların hakim olduğu bölgede ağırlıklı olarak Doğu Slavları bulunduğu için; Doğu Slavları yaklaşık 200 yıllık bu dönemde Hazarlarla karışarak tarih sahnesine çıkıp ilk kez siyasi teşkilatlar kurdular; Balkanlara ve bugünkü Çekya sınırları içinde bulunan Bohemya’ya yerleştiler.
Rus Devletinin Kuruluşu
8. yüzyılda bugünkü İsveçlilerin ataları olan Vikingler, İskandinavya’dan Avrupa kıtasına gelmeye başladılar. Bunlara “Norman” deniliyordu. Normanlar hem istilacı, hem tüccar hem de eşkıya idiler. Günümüzde Rusya’nın kuzeybatısında bulunan Ladoga ve İlmen Gölleri civarına gelerek buradaki Slavlara devamlı saldırılar düzenleyip onları kontrolleri altına almaya başladılar. Ladoga Gölü’nün güneyinde şehirler kurarak Fin ve Slavları vergiye bağladılar. Vergi olarak Fin ve Slavlardan kürkler alıp ticaret ağlarını genişlettiler. Volga ve Dinyeper nehirleri vasıtasıyla Bulgar ve Hazar illerine ulaştılar. Karadeniz’e kadar inip oradaki Slavlarla da ilişkilerde bulunup ticaret ağlarını Bizans’a kadar ulaştırdılar. Normanların bir kısmı paralı asker olarak Bizans’a hizmet etti. Bunlara “Vareg” adı verildi.
Rusya’nın kuruluşunda Vareglerin büyük etkileri olduğu için tarihte Varegler ve Ruslar karıştırılmıştır. “Vareg” ismi, Normanlardan olup paralı asker olanlar için; “Rus” ismi ise Vareglerden olup Slavlar arasında yerleşen, devlet kuran ve Slavlar üzerinde hakimiyet kuran zümre için kullanılır.
“Rus” adının eski ismi “Rusi”’dir. Fince “Ruotsi”’den gelir. Finler, Stockholm çevresinde yaşayan İsveçlilere “Ruotsi” derlerdi. Bugün dahi aynı şeyi söylerler. Yani bu durumda Rusların kökeninin İsveçlilerden geldiği söylenebilir.
9. yüzyılın ortalarında Doğu Avrupa iki siyasi nüfuz sahasına bölünmüştü: Güneyde Hazarlar, kuzeyde de Normanlar (Vareg-Ruslar). Orta Asya’dan gelen Peçeneklerin baskısı sonucu Hazar nüfusunun sıkıntıya düşmesi bölgedeki siyasi gelişmelerde önemli etkiler oluşturdu. Bu durum sonucu Hazar etkisi azalınca, bugünkü Ukrayna’nın orta kesimindeki Orta Dnepr çevresindeki Slavlar Vareg-Rus tesiri altına girmeye başladılar.
Oluşan bu siyasi boşluktan yararlanan İsveçli savaşçı Rurik, kuzeydeki bütün Slav ve Fin zümrelerini hakimiyeti altına alarak Slavların “Yenişehir” diye adlandırdıkları Novgorod’u fethetti ve 862 yılında Rus Knezliği’ni kurdu. Bu tarih, Rusya’nın kuruluşu olarak kabul edilmiştir.
Rurik 879 yılında öldükten sonra, oğlu Igor küçük olduğundan, Rurik’in yakın akrabası ve akıllı bir savaşçı olan Oleg devletin başına geçti. Oleg fetihlere devam etti ve Rusya’nın kuruluşunda en önemli merkezlerden olan Kiev’i de topraklarına kattı. Rusya’nın kuruluşunun Kiev’in fethi diyen tarihçiler vardır. Kiev fethedildikten ve muhalefet edenler temizlendikten sonra Rus Knezliği, Kiev Rus Devleti olarak anıldı ve devlet dinamikleri göstermeye başladı.
Oleg durmayarak Bizans üzerine karadan ve denizden seferler düzenlemeye başladı ve 907 yılında Bizans imparatoru 6. Leon anlaşma yapmaya mecbur kaldı. Bu anlaşmayla Bizans Vareglere vergi ödemeyi kabul etti. Ayrıca İstanbul’daki Vareg tüccarlara birtakım haklar verildi. 911 yılında da bu antlaşma tanzim edilerek, yeniden kabul edildi. Bu olay, Vareg-Rusların artık diğer devletlerle boy ölçüşecek seviyede bir güce sahip olduğunun ve siyasi anlamda sahneye çıktıklarının bir göstergesi oldu. Oleg 912 yılında öldü ve ve yıllar boyunca yanında yetiştirdiği 1.Igor yönetimi devraldı. Bu yüzden Rusya tarihi boyunca kutsal olarak kabul edilen Rurik hanedanı, kurucu aile olarak kabul edilir.
Kiev Rus Devleti
Knez Igor ve Olga Dönemi (912-964)
Igor, Rurik’in halefi olarak Kiev Rus Devleti’nin başına geçti. Hükümdarlığı sırasında ganimet toplamak amacıyla Bizans’a ve Volga Nehri’ni kullanarak Hazar’ın güneyindeki Müslümanlara akınlar düzenledi ve ilk saldırılarında başarılı olsa da uzun vadede başarısız oldu ve hezimete uğradı. Devlet içinde de vergileri aşırı derece artırarak Slavların tepkisini topladı ve 945 yılında bir vergi toplama seyahatinde Drevlianlar adlı bir Slav kabilesi tarafından pusuya düşürülerek öldürüldü.
Igor’un ölümünden sonra, oğlu Svyatoslav henüz küçük olduğu için dul eşi Olga, devletin naibi olarak yönetimi ele aldı. Olga, Drevlianlar’a karşı kanlı bir intikam aldı ve Kiev Rus Devleti’nde reformlar yaptı. Hristiyanlığı kabul eden ilk Kiev lideri olarak tarihe geçti. Hatta bu vesileyle 957 yılında Bizans İmparatoru Konstantin Porfirogennetos’u ziyaret maksadıyla İstanbul’a seyahat etti. Ancak devletin resmi dini hâlâ paganizmdi.
Knez Svyatoslav Dönemi (964-972)
Svyatoslav, 10. yüzyılda Kiev Rus’unu yöneten ve döneminin en önemli askeri liderlerinden biri olarak kabul edilir. Annesi Knez Olga’nın ölümünden sonra tam anlamıyla iktidarı devraldı. Olga, Hristiyanlığı benimsemişti, ancak Svyatoslav pagan inançlarına bağlı kaldı.
Kiev Rus Devleti’nin topraklarını genişletmek için birçok askeri sefere çıktı ve başarılı bir savaşçı olarak tanındı. Hazar Devleti’ni mağlup ederek bu bölgedeki siyasi dengeyi değiştirdi. Bu zafer, ticaret yollarını Kiev Rus lehine açtı. Balkanlar’a yaptığı seferlerle Rusların bu bölgedeki varlığını hissettirdi. Bulgaristan’ı fethetti ve Bizans ile uzun süren çatışmalara girdi. Başlangıçta galip gelse de 971 yılında Bizans’a karşı yaptığı savaşta (Dorostolon Savaşı) mağlup oldu ve Bizans ile barış yapmak zorunda kaldı.
Svyatoslav, lüks yaşamdan uzak durur, savaşçı bir yaşam sürerdi. Sık sık seferlere çıkar, çadırda yaşar ve askerleriyle aynı şartlarda beslenirdi. 972 yılında, Tuna’dan Kiev’e dönerken Peçenekler tarafından pusuya düşürüldü ve öldürüldü. Peçenekler, onun kafatasını içki kadehi olarak kullandı.
Svyatoslav’ın ölümünden sonra oğulları Yaropolk, Oleg ve Vladimir arasında taht mücadelesi başladı. İlk olarak Yaropolk tahta çıktı ancak kardeşleri Oleg ve Vladimir tarafından öldürüldü. Vladimir, kardeşlerini yenerek Kiev’in tek hakimi oldu. Ancak bu iç çatışmalar, Kiev Rus’unu dış güçlere karşı savunmasız hale getirdi ve devleti zayıflattı.
Büyük Vladimir Dönemi (980–1015)
Vladimir dönemi, yükselme dönemidir. Devletin sınırlarını genişletti ve merkezi otoriteyi güçlendirdi. 988 yılında Hristiyanlığı devletin resmi dini olarak kabul etti ve halkını topluca vaftiz ettirdi. Bizans prensesi Anna ile evlendi ve Kiev Rus ile Bizans arasında kültürel bağlar güçlendi. Pagan tapınaklarını yıktırarak Hristiyanlığı yaydı ve kilise örgütlenmesini başlattı. Kiev, Ortodoks Hristiyanlığın merkezi haline geldi.
Bilge Yaroslav Dönemi (1019–1054)
Yaroslav dönemi, Kiev Rus Devleti’nin altın çağıdır. Yaroslav, babası öldükten sonraki dört yıllık dönemde oluşan iç çatışmaları sona erdirdi ve merkezi yönetimi yeniden sağladı. “Russkaya Pravda” adı verilen ilk yazılı hukuk sistemini oluşturdu. Eğitim ve kültüre önem verdi; kiliseler ve okullar yaptırdı. Kiev’de Aziz Sofya Katedrali inşa edildi. Avrupa’daki kraliyet aileleriyle evlilik bağları kurarak diplomasiye odaklandı. Kiev Rus Devleti, siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan zirveye ulaştı.
Parçalanma Süreci ve Çöküş (1054–1240)
Yaroslav öldükten sonra oğulları arasında toprak paylaşımı yapıldı. Bu, prenslikler arasında iç çekişmelere yol açtı. Devlet, Kiev’in merkezi otoritesine bağlı birçok prenslikten oluşan bir konfederasyona dönüştü. Vladimir-Suzdal, Novgorod ve Moskova gibi bağımsız prenslikler öne çıktı. Vladimir-Suzdal Prensi Andrey, Kiev’i ele geçirdi ve başkenti Vladimir’e taşıyarak Kiev’in siyasi önemini azalttı.
1237–1240 yıllarında Moğollar, Altın Orda Devleti’nin liderliğinde Kiev Rus topraklarını istila ettiler. 1240 yılında Kiev, Moğollar tarafından ele geçirilip harap edildi. Bu olay Kiev Rus Devleti’nin sonunu getirdi.
Moskova’nın Yükselişi ve Çarlık Rusya’sının Kurulması
3. İvan (Büyük İvan) Dönemi (1462-1505)
Moğol hakimiyetine karşı direnen Rus prenslikleri arasında Moskova öne çıktı. 16. yüzyılda Moskova Knezi 3. İvan, Moğol istilasından sonra birçok küçük prensliğe bölünmüş durumda olan Rus topraklarını diplomasi, evlilik ittifakları ve bazen de askeri güç kullanarak tek bir çatı altında toplama politikası izledi. Bu sayede Moskova Knezliği, Rus topraklarının en güçlü devleti haline geldi ve Rus Çarlığı’nın temelleri atıldı.
Moskova’yı Rusya’nın merkezi haline getirmiş ve şehrin büyümesini sağlamıştır. Bizans İmparatorluğu’nun 1453’te düşüşünden sonra kendisini Ortodoks Hristiyanlığın koruyucusu ilan etti ve Moskova’yı “Üçüncü Roma” olarak gördü. Onun hükümdarlığı, Rusya’nın Orta Çağ’dan çıkıp modern bir devlet olma yolunda önemli bir adım olmuştur.
4. İvan (Korkunç İvan) Dönemi (1547-1584)
Ivan, 1533 yılında henüz 3 yaşında babası 3. Vasili’nin ölümüyle Moskova Knezliği’nin başına geçti. Annesi Yelizaveta Glinskaya, Ivan’ın naipliğini yaptı, ancak 1538’de zehirlenerek öldü. Annesinin ölümünden sonra boyarlar arasında iktidar mücadelesi başladı. Ivan, bu dönemde yetim kaldı ve boyarların entrikaları arasında büyüdü. Bu olaylar, onun ilerideki sert yönetim tarzını şekillendirdi.
1547’de 16 yaşındayken çar ilan edildi. Bu, Moskova Knezliği’ni resmen bir çarlığa dönüştürdü ve Ivan, Rusya’nın ilk “Çar” unvanını kullanan hükümdarı oldu. Hükümdarlığının ilk yıllarında önemli reformlar gerçekleştirdi. Adalet sistemini ve yerel yönetimleri güçlendirdi. “Streltsy” adlı kalıcı bir askeri birlik oluşturdu ve merkeziyetçi bir yönetim sistemi kurdu.
Kazan ve Astrahan Hanlıkları’nı fethederek Rusya’nın topraklarını genişletti. 1552’de Kazan’ı ele geçirdi ve 1556’da Astrahan’ı fethetti. Bu fetihler, Rusya’nın Asya’ya doğru genişlemesinin başlangıcını oluşturdu ve Volga Nehri boyunca önemli ticaret yollarının kontrolünü sağladı.
1565 yılında “Opriçnina” adlı bir politikayı başlattı. Bu politika, devlet içindeki düşmanları yok etmeyi amaçlıyordu ve “Opriçnik” adı verilen özel bir ordu kuruldu. Opriçnina dönemi, geniş çaplı tasfiyeler, soylu ailelerin yok edilmesi ve halka karşı zalimce davranışlarla damgalandı. Bu dönem, Rusya’da büyük bir korku ve terör iklimi yarattı. Opriçnina, hem sosyal hem ekonomik yapıyı zayıflatarak uzun vadeli etkiler bıraktı.
Ivan’ın son yılları, paranoya ve zalimliklerinin zirveye ulaştığı bir dönemdi. 1581’de, oğlu Ivan Ivanoviç’i bir öfke anında öldürmesi, Rusya’nın güçlü bir varis olmadan kalmasına yol açtı. Ardından gelen zayıf yönetim, Rusya’yı “Karışıklıklar Dönemi”’ne sürükledi. Yerine geçen oğlu Fyodor’un 1598’de çocuk bırakmadan ölmesiyle Rurik Hanedanlığı sona erdi.
Karışıklıklar Dönemi (1598–1613)
Fyodor’un ölümüyle başlayan bu dönem, taht kavgaları, sahte çarlar ve işgallerle doludur. Büyük kıtlık ve halk isyanları yönetimini zayıflattı. 4. İvan’ın ölmüş oğlu Dmitri olduğunu iddia eden sahte çarlar ortaya çıktı. Polonya ve İsveç, Rusya’nın iç karışıklığından faydalanarak işgaller düzenledi. 1610’da Lehistan-Litvanya güçleri Moskova’yı işgal etti.
Petersburg Dönemi ve Batılılaşma
1. Petro (Deli Petro) ve Reformları (1682–1725)
1. Petro, 1682’de, zayıf ve hastalıklı üvey ağabeyi 5. İvan’la birlikte tahta çıktı. Üvey abisinin 1696’daki ölümünden sonra Çarlığı tek başına devralarak İmparatorluk statüsüne getirdi. İmparatorluğu modernleştirme ve batılılaştırma hedefiyle kapsamlı reformlar gerçekleştirdi. Rusya’nın Avrupa ile entegrasyon sürecini başlattı.
Modernleşmenin temeli olarak eğitimi gördü. Denizcilik ve mühendislik okulları açtı. Yurtdışına öğrenciler göndererek Avrupa’daki bilgi ve teknolojinin Rusya’ya taşınmasını sağladı. Kilisenin eğitim üzerindeki etkisini azalttı.
Modern bir Avrupa tarzı ordu kurdu. Streltsy birliklerini dağıttı ve disiplinli bir düzenli ordu kurdu. 1703’te Baltık Denizi kıyısında “Kronstadt Donanma Üssü”’nü kurarak güçlü bir donanma oluşturdu. 1713’te Osmanlı Devleti ile Edirne Antlaşması’nı imzalayarak aralarındaki savaşa ara verdi; sonra kuzeye yönelerek Büyük Kuzey Savaşı (1700–1721)’nda İsveç’e karşı zafer kazandı ve Baltık Denizi’ne erişim sağladı.
Avrupa’daki bakanlık sistemini örnek alarak yönetimde uzmanlaşmayı artırdı. Devlet gelirlerini artırmak için halktan alınan vergileri yeniden düzenledi. Boyarlara ve halkın üst tabakasına Avrupa tarzı kıyafetler giyme zorunluluğu getirdi. Erkeklerin sakal bırakmasını yasakladı ve sakal vergisi getirdi. Kadınların toplum hayatına daha fazla katılmasını teşvik etti ve zorla manastırlara kapatılmalarını yasakladı.
1703’te İsveç’ten aldığı Neva Nehri deltasında Sankt-Petersburg’u kurdu ve 1712’de Moskova yerine başkent yaptı. Şehir, “Batı’ya Açılan Pencere” olarak tasarlandı ve Avrupa tarzı mimarisiyle dikkat çekti. Avrupa’dan getirttiği mimarlara şehrin planlarını, kanalizasyonunu ve binaların dağılımını çizdirerek Batı tarzı bir şehir imar etti. Şehrin inşası için binlerce işçi çalıştırıldı ve bu süreçte çok sayıda insan hayatını kaybetti.
2. Katerina (Büyük Katerina) ve Aydınlanma (1762–1796)
5 Ocak 1762 tarihinde tahta çıkan kocası 3. Petro’nun sadece altı ay sonra muhafız alayı tarafından tahttan indirilmesiyle tahta geçen 2. Katerina, 1. Petro’nun reformlarını devam ettirerek Rusya’yı Avrupa’nın en büyük güçlerinden biri haline getirdi.
Voltaire ve Diderot gibi aydınlanma filozoflarıyla yazışmalar yaptı. Eğitim, adalet ve yönetim alanlarında reformlar planladı. Rus sanat ve edebiyatını destekledi. Ermitaj Müzesi’ni kurarak Avrupa sanatının en önemli eserlerini Rusya’ya kazandırdı. Eğitim kurumlarının sayısını artırdı ve kadınlar için okullar açtı. Rusya’nın Avrupa kültürüyle entegrasyonunu hızlandırdı.
Osmanlı Devleti ile yapılan savaşlar sonucunda Karadeniz’in kuzeyindeki toprakları ele geçirdi. 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı ile Kırım’ı kontrol altına aldı ve 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Osmanlı’ya karşı büyük bir zafer kazandı. 1783’te Kırım Hanlığı’nı ilhak ederek Karadeniz’de üstünlük sağladı. Lehistan’ın parçalanıp Rusya, Prusya ve Avusturya arasında bölüşülmesine öncülük etti. Alaska’da Rus yerleşimleri kurulmasına ön ayak olarak bölgenin hakimi olunma konusunda öncülük etti. Bu genişleme politikası sonucu imparatorluğun batı ve güneyindeki 518.000 km²lik bir alanı topraklarına katmayı başardı.
Petersburg Dönemi, Rusya’nın Avrupa ile entegrasyonunu, modernleşmesini ve büyük bir güç haline gelmesini sağladı. 1. Petro’nun başlattığı reformlar ve 2. Katerina’nın toprak genişlemeleri, Rusya’nın siyasi, askeri ve kültürel olarak Avrupa sahnesinde yerini almasını mümkün kıldı. Ancak bu reformlar, köylülerin kötüleşen yaşam koşulları nedeniyle birçok sosyal huzursuzluğu da beraberinde getirdi.
Rus İmparatorluğu’nun Zirvesi ve Çöküşü
Genişleme Dönemi (19. Yüzyılın İlk Yarısı)
Rus İmparatorluğu, 19. yüzyıl boyunca Kafkasya’da ve Orta Asya’da topraklarını genişletti. Bu süreçte, Çeçenler, Dağıstanlılar ve Çerkesler gibi yerel halklar Rus yayılmacılığına karşı direniş gösterdi. Özellikle Şeyh Şamil, Kafkas halklarının bağımsızlık mücadelesinde liderlik yaptı. Orta Asya’da Buhara, Hive ve Hokand Hanlıkları fethedildi ve Rusya’nın Asya’daki etkisi arttı. Bu durum, İngiltere ile Rusya arasında “Büyük Oyun” olarak bilinen nüfuz mücadelesine yol açtı. Sibirya’daki ilerleme, hem yerel halklar üzerinde baskı oluşturdu hem de Rusya’nın Pasifik Okyanusu’na ulaşmasını sağladı. Vladivostok, bu dönemde önemli bir liman şehri haline geldi. Alaska resmi olarak Rus kontrolüne girdi.
Napolyon’un 1812 yılında Rusya’yı işgal girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. Rusya, Napolyon’a karşı zafer kazanarak Avrupa’nın kaderinde daha etkili bir rol oynamaya başladı. 1815’te Viyana Kongresi’nde önemli bir güç olarak yer aldı ve Avrupa’daki muhafazakar düzenin korunmasında liderlik üstlendi.
Toplumsal Sorunlar ve Köylülerin Durumu
İmparatorluk sınırları içindeki köylüler, 19. yüzyılın ortalarına kadar serf statüsünde yaşadı. Çiftçiler, toprak sahiplerine bağımlıydı ve insanlık dışı koşullarda çalışıyordu. 1861’de Çar 2. Aleksandr, reform yaparak serfliği kaldırdı. Ancak köylüler özgürlüğe kavuşsa da ekonomik ve sosyal sorunlar devam etti. Çiftçilere verilen topraklar yetersizdi ve ağır vergilerle karşı karşıya kaldılar.
Sanayileşme ve Modernleşme Çabaları
19. yüzyılın sonlarına doğru Rus İmparatorluğu, sanayileşme sürecine girdi. Demiryolları inşa edildi (Örneğin: Trans-Sibirya Demiryolu) ve fabrikalar kuruldu. Ancak, sanayileşme süreci Batı Avrupa’ya kıyasla yavaş ilerledi ve büyük toplumsal eşitsizliklere yol açtı.
1905 Devrimi
Rus İmparatorluğu’nun, “1904-1905 Rus-Japon Savaşı”’nda Japonya’ya yenilmesi, halkın Çarlık yönetimine olan güvenini sarstı. 9 Ocak 1905’te barışçıl bir halk gösterisinin Çar’ın askerleri tarafından kanlı bir şekilde bastırılması, geniş çaplı ayaklanmalara neden oldu. Halk hareketlerini yatıştırmak için Çar 2. Nikolay, Duma (Parlamento)’nın kurulmasını ve anayasal bir düzenin oluşturulmasını kabul etti. Ancak bu reformlar yetersiz kaldı.
1. Dünya Savaşı ve Çöküş Süreci
Rus İmparatorluğu, savaşta İtilaf Devletleri’nin bir üyesi olarak yer aldı. Ancak savaş, ekonomik zorlukları daha da derinleştirdi. Askeri yenilgiler, kıtlık ve yoksulluk halkın Çarlık yönetimine olan öfkesini artırdı.
Mart 1917’deki “Şubat Devrimi” ile Çar 2. Nikolay tahttan çekildi ve “Romanov Hanedanı” sona erdi. Geçici hükümet kuruldu. Kasım 1917’deki “Ekim Devrimi” ile Bolşevikler Vladimir İlyiç Lenin liderliğinde iktidarı ele geçirdi ve Rusya’da sosyalist bir rejim kuruldu.
19. yüzyıl, Rus İmparatorluğu’nun hem zirveye ulaştığı hem de toplumsal ve ekonomik sorunlar nedeniyle zayıfladığı bir dönemdi. Geniş topraklara ve askeri güce rağmen, halkın memnuniyetsizliği ve reformların yetersizliği, imparatorluğun çöküşünü hızlandırdı. Bu süreç, 20. yüzyıldaki Sovyetler Birliği’nin temellerini atan devrimlere yol açtı.
SOVYETLER BİRLİĞİ DÖNEMİ
Ekim Devrimi ve İç Savaş
Ekim Devrimi (1917)
Ekim Devrimi, Rusya’da Lenin liderliğindeki Bolşeviklerin, Çarlık rejiminin yıkılmasının ardından kurulan geçici hükümeti devirmesiyle gerçekleşti. Şubat 1917’de Çar 2. Nikolay tahttan indirilmiş, yerine demokratik reformlar vaat eden bir hükümet kurulmuştu. Ancak bu hükümet, özellikle 1. Dünya Savaşı’na devam etme kararı nedeniyle halkın desteğini kaybetti.
Bolşevikler, “Barış, Toprak ve Ekmek” sloganıyla geniş halk kitlelerini, özellikle işçileri ve köylüleri etkiledi. 7 Kasım 1917’de bugünkü St. Petersburg’da bulunan Petrograd’da gerçekleşen bir silahlı ayaklanmayla Bolşevikler iktidarı ele geçirdi. Lenin, Troçki ve diğer Bolşevik liderlerin önderliğinde geçici hükümet devrildi ve Sovyetler (İşçi ve asker konseyleri) iktidar organı haline getirildi.
İç Savaş (1918-1922)
Ekim Devrimi’nin ardından Rusya’da geniş çaplı bir iç savaş patlak verdi. Bu savaş, Bolşevikler (Kızıllar) ile Çarlık yanlıları, liberaller ve diğer anti-Bolşevik güçler (Beyazlar) arasında yaşandı.
Lenin liderliğinde merkeziyetçi bir yönetim anlayışıyla hareket eden Bolşevikler, işçi sınıfı ve köylülerin desteğini almayı başardı. Troçki’nin organize ettiği Kızıl Ordu, iç savaşın en güçlü askeri kuvvetlerinden biri haline geldi.
Monarşi yanlıları, liberal demokratlar ve sosyalistlerin bir kısmından oluşan Beyazlar arasında ideolojik ve stratejik bir birlik yoktu. Bu durum, onların zayıflamasına neden oldu. İngiltere, Fransa, ABD ve Japonya gibi ülkeler, Bolşeviklerin iktidarını devirmek amacıyla Beyazları destekledi. Ancak dış müdahaleler, halk arasında Bolşeviklere olan desteği artırdı; çünkü bu müdahaleler Rusya’nın bağımsızlığına yönelik bir tehdit olarak görüldü.
İç savaş sırasında her iki taraf da yoğun şiddet uyguladı. Bolşevikler, Çar 2. Nikolay ve ailesini 1918’de idam ettiler. Ayrıca, “Kızıl Terör” politikasıyla muhalefeti bastırdılar.
Yeni Bir Devletin Kurulması (1922)
Bolşevikler iç savaştan zaferle çıktılar ve 1922’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni (SSCB) kurdular. Bu yeni devlet, sosyalist ilkeler doğrultusunda merkezi bir ekonomi oluşturdu; toprakları kolektifleştirdi ve sanayiyi millileştirdi; işçi sınıfının ve köylülerin çıkarlarına öncelik verdiğini iddia etti.
SSCB’nin kuruluşu, sadece Rusya’yı değil, dünya tarihini de derinden etkiledi. Kapitalist sistemin karşısında sosyalist bir alternatif olarak ortaya çıkan SSCB, 20. yüzyıl boyunca uluslararası siyasetin belirleyici bir aktörü oldu.
Stalin Dönemi (1924-1953)
Totaliter Rejim ve Stalin’in İktidarı
Lenin’in 1924’teki ölümünden sonra Stalin, Bolşevik Parti içinde güç mücadelesini kazandı. Eski rakipleri Troçki, Zinovyev ve Kamenev gibi liderleri tasfiye ederek iktidarı tamamen ele geçirdi. Stalin, Sovyetler Birliği’nde mutlak bir kontrol sağladı ve totaliter bir rejim kurdu.
Bu rejimde, Sovyet Komünist Partisi devletin tek siyasi organı oldu. Muhalefet tamamen yasaklandı. Stalin, devlet medyası ve eğitim sistemi aracılığıyla kendisini halkın kurtarıcısı ve sosyalist devrimin lideri olarak tanıttı. Stalin’in resimleri, heykelleri ve sloganları her yere yerleştirildi. Gizli polis teşkilatı (NKVD) aracılığıyla geniş çaplı bir baskı kuruldu. İnsanlar ifade özgürlüğünden mahrum bırakıldı ve rejim eleştirmenleri sistematik olarak susturuldu.
Büyük Terör (1936-1938)
Stalin’in iktidarının en karanlık dönemlerinden biri, “Büyük Temizlik” veya “Büyük Terör” olarak bilinir. Bu süreçte, eski Bolşevik liderler, askeri komutanlar, entelektüeller ve sıradan vatandaşlar “Karşı-Devrimci” veya “Vatan Haini” suçlamalarıyla tutuklandı, yargılandı ve idam edildi.
Parti içinde Stalin’in rakiplerini tasfiye etmek için sahte suçlamalarla düzenlenen “Gösteri Davaları”’nda birçok önemli isim idam edildi. Milyonlarca insan, Sibirya’daki “Gulag Çalışma Kampları”’na gönderildi. Bu çalıştırma kampları, esas olarak iki fonksiyonu yerine getirmekteydi: Rejim karşıtlarını cezalandırmak ve cezalıların bedava işgücünü sistemli bir şekilde kullanarak sanayinin gelişmesine katkı sağlamak. Bu kamplarda kötü koşullar nedeniyle birçok kişi hayatını kaybetti.
Büyük Terör, Rus Tarihi’ndeki en büyük tasfiye hareketi oldu. Tahminlere göre 600 bin ila 1,2 milyon arası insan öldü; milyonlarcası da hapsedildi veya sürgüne gönderildi.
Sanayileşme ve Kolektivizasyon
Stalin, ekonomik politikalarla Sovyetler Birliği’ni hızla sanayileştirmeyi ve tarımda kolektivizasyonu hedefledi. Bunun için beş yıllık planlar yaptı. İlk Beş Yıllık Plan (1928-1932), ağır sanayiye öncelik verdi. Fabrikalar, demir-çelik üretimi ve altyapı projeleri büyük bir hızla inşa edildi.
Tarımın kolektivizasyonu amacıyla köylülerin bireysel toprakları ve hayvanları, devlet kontrolündeki kolektif çiftliklerde birleştirildi. Fakat bu politika büyük bir direnişe yol açtı, özellikle zengin köylüler hedef alındı. Geniş çaplı kıtlıklara neden oldu; 1932-1933 “Holodomor” (Ukrayna Kıtlığı) sırasında milyonlarca insan öldü. Bu politikalar, Sovyet ekonomisini hızla modernleştirse de insan maliyeti çok yükseldi.
2. Dünya Savaşı’na Hazırlık ve Savaş Yılları
Stalin’in iç ve dış politikaları, II. Dünya Savaşı sırasında Sovyetler Birliği’nin oynadığı kritik rolü belirledi. Savaş öncesinde, 1939’da Almanya ile “Molotov-Ribbentrop Paktı” imzalandı. Bu saldırmazlık anlaşması, Polonya’nın Almanya ve SSCB arasında bölüşülmesini içeriyordu. Sovyetler, Baltık ülkelerini işgal etti ve “Kış Savaşı”’nda Finlandiya’ya saldırarak toprak kazandı. Milletler Cemiyeti bu saldırıyı yasa dışı olarak kabul etti ve 14 Aralık 1939’da Sovyetleri Birliği’ni cemiyetten attı.
Fakat 1941’de Almanya, tarihin en geniş çaplı askeri harekatı olan “Barbarossa Harekatı”’yla SSCB’ye saldırdı. Stalin, başlangıçta hazırlıksız yakalansa da hızla orduyu organize etti. Stalingrad Savaşı (1942-1943), savaşın dönüm noktası oldu. Sovyet güçleri, Nazi ordusunu yenerek savaşın seyrini değiştirdi. 1945’te Kızıl Ordu, Berlin’i ele geçirerek 2. Dünya Savaşı’nda zafer kazandı.
Savaşın ardından Sovyetler Birliği, Doğu Avrupa’da etkisini artırarak bir süper güç haline geldi. Ancak Stalin döneminin baskıcı politikaları devam etti. Halkın yaşam standartları düşük kaldı ve Stalin’in paranoyası daha da arttı.
Stalin’in 1953’teki ölümünden sonra, Nikita Kruşçev liderliğinde Sovyetler Birliği bir çözülme sürecine girdi. Stalin dönemi, hem Sovyetler Birliği’nin modernleşmesini hem de milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine yol açan baskıları ifade eden bir dönem olarak tarihe geçti.
Savaş Sonrası Yeniden İnşa ve Soğuk Savaş
2. Dünya Savaşı’ndan sonra Doğu Avrupa’da Sovyetler Birliği’nin nüfuzu arttı. Polonya, Çekoslovakya, Doğu Almanya, Macaristan, Romanya ve Bulgaristan gibi ülkeler Sovyet kontrolündeki sosyalist rejimlere dönüştü.
ABD, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’yı yeniden inşa etmek için 1948-1952 yılları arasında “Marshall Planı” adında bir ekonomik program başlattı. Batı Avrupa ülkelerine yaklaşık 13 milyar dolar yardım yapıldı. Hedef, ekonomik toparlanmayı hızlandırmak, Komünizm’in yayılmasını önlemek ve ABD ile Avrupa arasında ticari ilişkileri güçlendirmekti.
Dünyadaki bu kutuplaşma sonucunda iki taraf ülkeleri arasında “NATO” ve “Varşova Paktı” kuruldu. Bu blok politikaları, dünya siyasetini keskin bir şekilde ikiye böldü.
NATO (1949), Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinin oluşturduğu askeri ittifaktı. Amacı, Sovyet tehdidine karşı ortak savunma sağlamak ve Batı dünyasının birliğini güçlendirmekti.
Varşova Paktı (1955), Sovyetler Birliği öncülüğünde Doğu Bloku ülkelerinin oluşturduğu askeri ittifaktı. NATO’ya karşı bir denge unsuru olarak kuruldu. “Soğuk Savaş (1947-1991)”, ABD ve Sovyetler Birliği’nin, farklı ideolojik, ekonomik ve siyasi sistemlere dayalı küresel bir nüfuz mücadelesidir. Soğuk Savaş döneminde doğrudan çatışma yaşanmasa da vekâlet savaşları, diplomatik krizler ve ekonomik rekabetle dünya iki kutba ayrıldı. Her iki taraf da caydırıcılık amacıyla büyük nükleer silah stokları oluşturdu. Bu durum, dünya çapında büyük bir tedirginlik yarattı.
De-Stalinleşme ve Khrushchov Dönemi (1953-1964)
“De-Stalinleşme”: Josef Stalin’in 1953’teki ölümünden sonra, Nikita Khrushchov liderliğinde, Sovyetler Birliği’nde Stalin dönemindeki baskıcı politikaların etkisini azaltma ve yönetimi daha esnek bir hale getirme çabalarına verilen isimdir. Bu süreç, Stalin’in aşırı kişisel kültüne, siyasi baskılarına ve ekonomik politikalarına karşı bir tepkidir.
Khrushchov, Sovyet Komünist Partisi’nin 20. Kongresi’nde Stalin’i sert bir şekilde eleştirdi. Stalin’in kişisel kültünü ve diktatörlük eğilimlerini, toplu tasfiyeleri (Büyük Temizlik), Gulag Kampları’nı ele aldı. Bu konuşma, Sovyetler içinde ve Doğu Bloku ülkelerinde ciddi bir şok yarattı.
Bu dönemde, Stalin döneminde siyasi suçlamalarla yargılanan ve cezalandırılan binlerce kişi itibarı iade edilerek temize çıkarıldı, Gulag Çalışma Kampları’ndaki birçok mahkum serbest bırakıldı, ağır sanayiye dayalı Stalinist ekonomik politikaların yerine tarım ve tüketim mallarına daha fazla odaklanıldı, tarım üretimini artırmak için Kazakistan ve Sibirya’da yeni tarım alanları açıldı, Stalin döneminde sansürlenen birçok edebi ve sanatsal eser yeniden yayımlandı, yazarlar ve sanatçılar daha fazla ifade özgürlüğü kazandı.
1959’da Fidel Castro liderliğinde Küba’da komünist bir rejim kuruldu. ABD’nin Küba’ya yönelik yaptırımları ve rejimi devirmeye yönelik girişimleri, Küba’yı Sovyetler ile yakınlaştırdı. Sovyetler, ABD’ye karşı stratejik bir avantaj sağlamak için Küba’ya nükleer füzeler yerleştirdi.
ABD, Sovyetlerin Küba’ya nükleer füze yerleştirdiğini uydu fotoğraflarıyla tespit etti. Başkan John F. Kennedy, Küba’ya deniz ablukası uygulayarak Sovyet gemilerinin Küba’ya ulaşmasını engellemeye çalıştı. 13 gün süren gerginlik, dünya tarihindeki en tehlikeli nükleer krizlerden biri oldu.
Sonuç olarak, ABD ve Sovyetler bir nükleer savaşın eşiğinden döndü. Sovyetler, Küba’daki füzeleri kaldırmayı kabul etti. ABD ise Türkiye’deki Jüpiter füzelerini geri çekeceğini gizlice taahhüt etti.
De-Stalinleşme sonucunda, Sovyetler Birliği içinde daha az baskıcı bir yönetim modeli oluştu; Doğu Bloku’nda bazı ülkelerde (Özellikle Macaristan 1956’da) bağımsızlık taleplerine yol açtı; Khrushchov döneminde başlatılan reformlar, Sovyet sisteminde uzun vadeli bir dönüşüm yaratmasa da Stalin sonrası dönemde önemli bir kırılma noktası oldu.
Khrushchov’un liderliği 1964’te sona erdi. Yerine Leonid Brejnev geçti ve De-Stalinleşme süreci büyük ölçüde yavaşladı.
Brezhnev Dönemi ve Stagnasyon (1964-1982)
Leonid Brezhnev, Sovyetler Birliği’nin 1964-1982 yılları arasında lideridir ve dönemi genellikle “Stagnasyon Dönemi” olarak adlandırılır. “Stagnasyon Dönemi”, Gayri safi millî hasıla hızının ortalamadan daha düşük bir hızda büyümesi, yani ekonomide durgunluk dönemidir. Brezhnev, Nikita Khrushchov’un 1964’te görevden alınmasının ardından Sovyetler Birliği’nin başına geçti.
Brezhnev, Sovyetler Birliği’nde kontrollü bir istikrar sağlamaya çalıştı. Güçlü bir iktidar yapısı vardı. Brezhnev yönetimi, Sovyetler’deki bürokratik yapıların daha da güçlenmesine yol açtı. Bürokrasi, karar alma süreçlerini yavaşlatırken, yenilikçi yaklaşımlar ve reformlar da sınırlı kaldı.
Brezhnev dönemi, bürokratik elitin güç kazanması ve parti yönetiminde sıkı bir hiyerarşi oluşmasıyla karakterize edildi. Bu durum, karar alma süreçlerini yavaşlatırken, sosyal ve ekonomik sorunlara çözüm üretmekte zorlanılmasına sebep oldu. Bürokrasi, yenilikçiliği engelledi ve birçok devlet dairesi işlevsiz hale geldi.
Bu dönem, Sovyetler Birliği’nin merkezi planlı ekonomisinin zirveye ulaşmaya başladığı, ancak sonra yavaşça durakladığı bir dönem oldu. Tarım ve sanayi sektörlerinde verimlilik artışı sınırlıydı. Özellikle tarımda, Sovyetler’in sahip olduğu kaynaklar ve imkanlar, Batı’daki üretimle kıyaslandığında geri kaldı. Ekonomik büyüme hızla azaldı. Yüksek askeri harcamalar, refah seviyesinin düşmesine yol açtı. Ekonominin verimsizliği, yeni reformlar yapılması gerekliliğini ortaya koydu fakat Brezhnev, bu konuda cesur adımlar atmakta zorlandı ve reformlar genellikle yüzeysel kaldı.
Brezhnev, Sovyetler Birliği’nde siyaseten daha katı bir denetim uyguladı. “Dissident Hareketleri” (Rejime karşıt gruplar) ve halkın hoşnutsuzluğu arttı, ancak muhalefet, kısa süreli baskılarla bastırıldı. 1968’de Sovyetler Birliği Çekoslovakya’daki “Prag Baharı” hareketini silah zoruyla bastırdı. Batı’da, Sovyetlerin bu müdahalesi büyük tepkiyle karşılandı. 1979’da Afganistan’a müdahale ederek sosyalist hükümeti desteklemek için oraya asker gönderdi. Bu, Sovyetler’in dış politikada büyük bir hata yapmasına yol açtı ve uzun süren bir savaşın başlangıcını işaret etti.
Brezhnev dönemi, kültürel özgürlüklerin sınırlı olduğu, ifade özgürlüğü ve sanatın daha sıkı denetimlere tabi olduğu bir dönemdi. Sovyet halkının yaşam standartları, özellikle tüketim malları konusunda Batı ile karşılaştırıldığında geride kalmıştı. Ancak, Sovyetler Birliği’nde Batı kültürünün etkisi artmıştı. Özellikle genç nesil, Batı’daki yaşam tarzını ve kültürünü daha çok benimsemeye başlamıştı.
Brezhnev’in sağlık durumu kötüleşmeye başladıkça, iktidarı daha fazla askeri ve bürokratik elitlere devretti. 1982’de öldü ve yerine Yuri Andropov geçti.
Brezhnev dönemi, Sovyetler Birliği’nin zirveye ulaşan bürokratik yapısının ve ekonomik verimsizliğin ardından yaşadığı zorluklarla tanınır. Sovyetler Birliği’nin ekonomik ve siyasi olarak durakladığı, küresel anlamda ise Soğuk Savaş’ın hala devam ettiği bir dönemdi. Ekonomik ve siyasi durgunluk, 1980’lerde Sovyetler Birliği’nin çöküşüne kadar devam etti.
Gorbaçov Dönemi ve Perestroyka (1985-1991)
Mikhail Gorbaçov, Sovyetler Birliği’nin son lideridir ve 1985’te iktidara geldi. Gorbaçov’un liderliği, Sovyetler Birliği’nde köklü değişikliklere yol açtı ve bu değişikliklerin çoğu, Sovyetler’in çöküşüne neden oldu. Gorbaçov’un en bilinen reformları “Perestroyka” (Yeniden yapılanma) ve “Glasnost” (Açıklık) oldu.
Perestroyka, Sovyetler Birliği’nin ekonomik, siyasi ve toplumsal sisteminde kapsamlı reformlar yapmayı amaçlayan bir dizi politika ve programı ifade eder. Gorbaçov, 1985’te ekonomi ve yönetimde ciddi değişiklikler başlattı. Sovyet ekonomisini daha verimli hale getirmek için, piyasa mekanizmalarını ve yerel yönetimlerin özerkliğini artırmaya çalıştı. Küçük ölçekli özel girişimlerin önü açılmaya başlandı. Özellikle, küçük işletmelerin kurulmasına ve işgücü piyasasında esnekliğe yer verildi. Merkezden yapılan yoğun planlamaya dayalı ekonomiden, daha fazla yerel inisiyatif ve piyasa güdümlü ekonomiye geçiş yapıldı. Ancak, bu reformlar yeterince hızlı uygulanamadı ve ciddi ekonomik zorluklara yol açtı.
Sovyetler Birliği’nde daha fazla siyasi çoğulculuğa geçiş yapıldı. Ancak bu reformlar, parti kontrolü altındaki sıkı denetimi zayıflatmak anlamına geliyordu ve bu da Sovyetler Birliği’nin sonuna giden yolu hızlandırdı. 1989’da, Sovyetler Birliği’nde ilk kez serbest seçimler yapıldı ve “Yüksek Sovyet”’te daha fazla siyasi temsil ortaya çıktı. Sovyetler Birliği’nin devlet yapısında, yöneticilerin daha fazla sorumluluk taşımasına ve halkın daha fazla söz sahibi olmasına imkan tanındı.
Glasnost, Sovyetler Birliği’nde daha fazla açıklık ve şeffaflık anlamına gelir. Gorbaçov, bu reformla halkın daha özgürce düşüncelerini ifade edebilmesi, medya ve kültürel alanda daha fazla özgürlük sağlanması için adımlar attı. Sovyet medyası üzerindeki sansür büyük ölçüde kaldırıldı. Gazeteler, televizyonlar ve diğer medya organları daha özgürce içerik yayınlamaya başladı. Kamuoyunda yönetime karşı eleştiriler daha yaygın hale geldi. Bu durum, halkın rejimi ve hükümeti sorgulamasına yol açtı. Kamuya açık tartışmalar ve siyasi diyaloglar teşvik edildi. Bu, Sovyetler Birliği’ndeki mevcut sosyal ve ekonomik sorunları sorgulayan geniş bir halk hareketine neden oldu. İnsan hakları ihlallerine daha fazla dikkat çekilmesine izin verilerek Sovyetler Birliği’nde rejime karşı mücadele etmiş birçok kişi serbest bırakıldı.
Gorbaçov’un reformları, Sovyetler Birliği’nde büyük bir değişimi başlatmıştı, ancak bu değişiklikler bir noktada Sovyetler Birliği’nin çöküşüne yol açtı. 1989’da Polonya, Macaristan, Çekoslovakya ve Doğu Almanya’daki sosyalist hükümetlerin düşmesi, Sovyetler Birliği’nin etkisini büyük ölçüde zayıflattı. Sovyetler Birliği’ne bağlı birçok cumhuriyet, bağımsızlık talep etmeye başladı.
1991’de Gorbaçov’a karşı “August Putsch” (Ağustos Darbesi) girişimi oldu. Darbe başarısız olsa da, bu olay Gorbaçov’un liderliğini zayıflattı. Sovyetler Birliği’ne bağlı birçok cumhuriyet (Özellikle Baltık ülkeleri, Ukrayna, Kazakistan vb.) bağımsızlık ilan etti.
Gorbaçov, 1991 yılının Aralık ayında Sovyetler Birliği’nin sona erdiğini ve “Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)”’nun kurulduğunu ilan etti. Bu topluluğun kurulmasıyla, 11 eski Sovyet cumhuriyeti (Rusya, Ukrayna, Kazakistan, Azerbaycan, vb.) BDT adı altında bir araya geldi. BDT, siyasi ve ekonomik işbirliği sağlamak için oluşturulmuştu, ancak tam anlamıyla entegrasyon sağlanamadı.
Gorbaçov, tarihçiler tarafından reformist bir lider olarak anılır. Batı ile ilişkileri iyileştirmeye çalıştı ve Soğuk Savaş’ın sona ermesinde kritik bir rol oynadı. Liderliği, Sovyetler Birliği’nde önemli reformlara yol açtı fakat Perestroyka ve Glasnost reformları, Sovyetler Birliği’ni toparlayamadı ve sonuçta çöküşe yol açtı.
ÖNEMLİ OLAYLAR VE KONULAR
Uzay Yarışı
Uzay Yarışı, Soğuk Savaş dönemi boyunca Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri arasında yaşanan, uzay keşfi ve teknolojisi üzerine rekabettir. Bu süreç, hem siyasi hem de bilimsel açıdan son derece önemliydi ve yalnızca teknolojiyi değil, aynı zamanda iki süper gücün ideolojik üstünlük mücadelesini de yansıtıyordu.
Uzay yarışı, Soğuk Savaş’ın bir parçası olarak başladı. ABD ve Sovyetler Birliği, hem askeri hem de bilimsel üstünlük sağlamak amacıyla uzayda birbirleriyle yarışmaya başladılar. ABD kapitalizminin, Sovyetler ise komünizmin üstünlüğünü savunuyordu. Uzayda kazanılacak başarı, bu ideolojik savaşı simgeliyordu.
1957’de Sovyetler Birliği, “Sputnik 1” adlı ilk yapay uyduyu uzaya gönderdi. Bu, uzay yarışının başlangıcıydı ve insanlık tarihindeki en büyük bilimsel ve teknolojik başarılarından biriydi. ABD, bu başarıyı “Sputnik Şoku” olarak adlandırdı. Sovyetler Birliği’nin uzaydaki bu üstünlüğü, ABD’yi uzay araştırmalarına daha fazla yatırım yapmaya zorladı.
12 Nisan 1961’de Sovyetler Birliği, Yuri Gagarin adlı kozmonotu “Vostok 1” aracıyla uzaya gönderdi. Gagarin, Dünya yörüngesinde tam bir tur attı ve bu olay, tarihe ilk insanlı uzay uçuşu olarak geçti. Bu, Sovyetler Birliği’nin büyük bir zaferiydi ve dünya çapında büyük bir yankı uyandırdı.
Sputnik’in ardından ABD, uzay yarışına daha organize bir şekilde katılabilmek için NASA (Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi)’yı 1958 yılında kurdu ve NASA, uzaya insan gönderebilmek için “Apollo Programı”nı başlattı.
20 Temmuz 1969’da Neil Armstrong ve Buzz Aldrin, Apollo 11 ile Ay’a ilk insanlı inişi yaparak ABD’nin, Sovyetler Birliği’ne karşı uzay yarışında büyük bir zafer kazanmasına sebep oldu. Sovyetler Birliği, ABD’nin bu başarısına karşılık verebilmek için Ay’a insan göndermek konusunda çeşitli girişimlerde bulunsa da, Ay’a insanlı bir görev gerçekleştiremediler. İki ülke de bu süreçte farklı görevlerle uzayda programlar uyguladılar.
Sovyetler Birliği, uzay yarışına büyük yatırımlar yaptı, ancak bu yatırımlar uzun vadede ekonomik zorluklara yol açtı. Özellikle Perestroyka ve Glasnost reformları sırasında Sovyet ekonomisi ciddi şekilde zorlandı ve uzay yarışında ABD’nin gerisinde kaldı.
1970’lerin sonlarına doğru, uzay yarışının hız kesmeye başlaması ve Soğuk Savaş’ın genel olarak azalma eğiliminde olmasıyla birlikte, Sovyetler Birliği ve ABD daha çok uzay keşfi ve bilimsel araştırmalara odaklanmaya başladılar. 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Rusya’nın uzay programını yeniden yapılandırması, uzay yarışının resmen sona ermesine yol açtı.
Afganistan Savaşı (1979-1989)
1978’de, Afganistan’da komünist bir hükümet kuruldu. Bu hükümet, Sovyetler Birliği’ne yakın bir ideolojiye sahipti ve Sovyetler tarafından destekleniyordu. Komünist hükümetin uygulamaları, özellikle toprak reformları ve dinin bastırılması gibi politikalar, Afgan halkının büyük bir kısmının tepkisini çekti. 1979’da, komünist hükümete karşı artan isyanlar ve iç karışıklıklar neticesinde Sovyetler, Afganistan’daki komünist rejimi korumak ve Batı’nın etkisini engellemek amacıyla Afganistan’a asker gönderdi.
Sovyetler, başta şehirlerdeki büyük direnişi bastırırken, kırsal alanlarda “Mücahit” adı verilen direniş gruplarıyla karşılaştılar. Mücahitler, Sovyetler’e karşı gerilla savaşları yürüttüler. ABD, Pakistan, Suudi Arabistan gibi ülkeler, Mücahitlere silah ve finansal destek sağladılar. Bu savaş, Sovyetler için çok maliyetli ve uzun süreli oldu. Sovyet ordusu, Afganistan’daki dağlık arazi ve yoğun direniş karşısında büyük zorluklarla karşılaştı.
ABD ve Batı, Sovyet müdahalesini kınadılar ve diplomatik yaptırımlar başlattılar. 1980 Moskova Olimpiyatları boykot edildi. Pakistan ve İran, Afganistan’daki direnişçilere destek verdiler. ABD, Pakistan’a silah yardımı yaptı ve CIA aracılığıyla Mücahitlere finansal ve askeri yardım sağlandı.
Sovyetler Birliği, 1989 yılında Afganistan’dan çekilmeye başladı. 10 yıl süren savaş, Sovyetler için büyük bir askeri ve ekonomik zarar getirdi. Sovyetler, Afganistan’daki direnişi kırmayı başaramadılar ve bu, Sovyetlerin askeri gücünün sınırlarını gösterdi. Sovyetler Birliği’nin Afganistan’daki başarısızlığı, Batı’da Sovyetler’e olan güveni azalttı ve Soğuk Savaş’ta Sovyetler’in zayıf noktalarını ortaya koydu. Savaş, Sovyet ekonomisini daha da zorladı ve Sovyetlerin iç çöküşünü hızlandırdı.
Afganistan Savaşı, Sovyetler Birliği için büyük bir stratejik hata olarak değerlendirilen bir müdahale oldu. Hem askeri hem de siyasi açıdan Sovyetler’in büyük bir zorlukla karşılaştığı bu savaş, aynı zamanda Soğuk Savaş’ın sonlarına doğru Sovyetler Birliği’nin zayıflamasına katkı sağladı.
Çernobil Kazası (1986)
“Çernobil Kazası”, 26 Nisan 1986 tarihinde Sovyetler Birliği’nde, Ukrayna’nın Çernobil bölgesindeki Pripyat şehrinin yakınlarında bulunan Çernobil Nükleer Santrali’nde meydana gelen bir nükleer felakettir. Bu olay, tarihin en büyük nükleer kazası olarak kabul edilir.
Çernobil kazası, santraldeki Reaktör 4’te bir test sırasında meydana gelen teknik hatalar ve insan hataları sonucunda gerçekleşti. Testin amacı, güç kaybı durumunda santralin güvenliğini sağlamak için bir sistemin nasıl çalıştığını görmekti. Ancak, test sırasında güvenlik prosedürlerinin ihlali ve reaktörün tasarımındaki eksiklikler, felakete yol açtı. Reaktörün patlaması, büyük bir radyoaktif salınımına sebep oldu.
Reaktör patladıktan sonra, atmosfere büyük miktarda radyoaktif madde yayıldı. Bu maddeler, Çernobil’in çevresindeki bölgelere ve hatta Avrupa’nın büyük bir kısmına yayıldı. Patlamadan birkaç gün sonra, Pripyat’taki 50.000’den fazla kişi tahliye edildi. Çernobil yakınlarındaki 30 kilometrelik bölge tamamen boşaltıldı ve bu bölge halen “Ölü Bölge” olarak bilinir. Başta radyoaktif maddeye maruz kalan işçiler ve kurtarma ekipleri olmak üzere birçok kişiyi etkiledi. Kanser ve diğer sağlık sorunları, yıllar içinde artarak birçok ölümle sonuçlandı. Kaza, çevreyi ciddi şekilde kirletti. Radyoaktif maddeler toprak, su ve hava yoluyla yayıldı, bu da flora ve fauna üzerinde uzun vadeli zararlara yol açtı.
Çernobil kazası, dünya genelinde nükleer enerjiye karşı büyük bir korkuya ve tepkiye yol açtı. Sovyetler Birliği, kazanın büyüklüğünü başlangıçta gizlemeye çalıştı, ancak olayın boyutları ortaya çıktıkça uluslararası baskılar arttı. Çernobil felaketi, nükleer enerji güvenliği ile ilgili yeni uluslararası standartların belirlenmesine sebep oldu.
Çernobil, Sovyetler Birliği’nin çöküşüne giden süreçte önemli bir dönüm noktası oldu. Kazanın ardından, Sovyetler Birliği’ndeki yönetimsel ve ekonomik sorunlar derinleşti ve bu olay, halkın Sovyet hükümetine olan güvenini sarstı.
Berlin Duvarı’nın Yıkılması (1989)
Berlin Duvarı, 1961’de Almanya’nın başkenti Berlin’i ikiye bölen bir duvar olarak inşa edilmişti. Batı Berlin ve Doğu Berlin arasındaki bu sınır, Sovyetler Birliği’nin sosyalist Doğu Almanya ile kapitalist Batı Almanya arasındaki ideolojik ayrımı simgeliyordu.
1980’lerin sonlarına gelindiğinde, Sovyetler Birliği’ndeki Gorbaçov Reformları (Perestroyka ve Glasnost) ve Doğu Avrupa’daki artan özgürlük talepleri, Doğu Almanya’da büyük bir toplumsal hareketliliğe yol açtı.
9 Kasım 1989’da, Doğu Almanya hükümeti, vatandaşların Batı Almanya’ya geçişine izin vereceklerini açıkladı. Bu, Berlin Duvarı’nın yıkılmasına ve Almanya’nın birleşmesine yol açtı.
Berlin Duvarı’nın yıkılması, Sovyetler Birliği’nin etkisinin Doğu Avrupa’dan büyük ölçüde silindiği ve Soğuk Savaş’ın sona erdiği bir dönüm noktası oldu.
SOVYET SONRASI DÖNEM
Sovyet sonrası dönem, Sovyetler Birliği’nin 1991’de çökmesinin ardından Rusya Federasyonu ve diğer eski Sovyet cumhuriyetlerinde yaşanan dönüşüm sürecini kapsar. Özellikle Boris Yeltsin Dönemi (1991-1999), Rusya’nın piyasa ekonomisine geçişi, ekonomik krizlerle mücadele etmesi ve iç savaşlarla boğuşmasıyla tanınan karmaşık bir dönemi işaret eder. Bu dönemin ardından gelen Vladimir Putin Dönemi ise Rusya’nın yeniden yükselmeye başladığı bir dönemi simgeler.
Boris Yeltsin Dönemi (1991-1999)
1991’de Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte Boris Yeltsin, Rusya’nın ilk Cumhurbaşkanı oldu. Yeltsin, Sovyet sisteminin tamamen ortadan kaldırılması ve piyasa ekonomisine geçiş için kapsamlı reformlar başlattı. Şok terapi adı verilen bir ekonomi politikası izleyerek, devletin kontrolündeki ekonomiyi serbest piyasa ekonomisine dönüştürmeye çalıştı. Bu süreçte, özelleştirmeler, fiyatların serbest bırakılması ve döviz kuru serbestleşmesi gibi adımlar atıldı. Ancak bu süreç, enflasyonun patlamasına, işsizlik oranlarının artmasına ve halkın büyük kısmının yoksullaşmasına yol açtı.
1990’ların sonlarına doğru Rusya ekonomisi büyük bir durgunluk yaşadı. 1998 Asya finansal krizi ve petrol fiyatlarının düşüşü, Rusya’nın ekonomik yapısını derinden sarstı. 1998’deki ruble krizi, Rusya’nın büyük bir mali çöküş yaşamasına sebep oldu. Ruble’nin değeri ciddi şekilde düştü, halkın hayat standardı iyice geriledi ve Rusya dış borçlarını ödemekte zorlandı.
Yeltsin döneminde, Rusya’nın güneyindeki Çeçenistan bölgesinde bağımsızlık isteyen gruplarla mücadele başladı. “1. Çeçen Savaşı (1994-1996)”, Rusya’nın Çeçenistan’a müdahalesiyle başladı. Rusya, Çeçenistan’ın bağımsızlık ilanını kabul etmeyerek askeri operasyonlar başlattı. Savaş, büyük bir insan kaybına yol açtı ve bölgedeki altyapıyı tahrip etti. 1996’da, Çeçen isyancılarla yapılan bir ateşkes anlaşması sağlandı, ancak Çeçenistan’daki huzursuzluk devam etti. Yeltsin’in son yıllarında, Çeçenistan’da yeniden başlayan çatışmalar Putin’in yükselişine zemin hazırladı.
Yeltsin dönemi, siyasi istikrarsızlık ve güçlü muhalefetle geçti. Yeltsin, 1993’teki “Anayasa Krizi” sırasında Rusya parlamentosu ile çatışarak, askeri kuvvet kullanarak bir iç savaşın eşiğinden döndü. Bu dönemde Oligarklar (Zengin işadamları), devletin kaynaklarını kontrol ederek siyasi güce sahip oldular. Rusya’da, ekonomik çöküş, yolsuzluklar ve siyasi bölünmeler derinleşti.
Putin Dönemi (2000, – )
1999’da Boris Yeltsin’in istifasının ardından Vladimir Putin, Rusya’nın Cumhurbaşkanı oldu. Putin, eski KGB ajanı olarak güçlü bir liderlik figürü haline geldi. Putin, Rusya’nın yeniden güçlenmesi için ekonomiyi toparlama, siyasi istikrar sağlama ve dış politikada daha güçlü bir duruş sergileme yoluna gitti.
Putin’in ilk yıllarında, Rusya ekonomisi toparlanmaya başladı. Petrol ve doğal gaz fiyatlarındaki artış, Rusya’nın ekonomisini canlandırdı. 2000’lerin başından itibaren Rusya, dünyanın en büyük enerji ihracatçılarından biri haline geldi. Oligarkların ve eski Sovyet elitlerinin etkisi azalmaya başladı, Putin’in yönetimi altında devlet, ekonomiyi daha fazla kontrol etmeye başladı.
Putin’in liderliğinde, Çeçenistan’daki isyanlar büyük ölçüde bastırıldı. “2. Çeçen Savaşı (1999-2009)”, Rusya’nın kontrolü yeniden sağlamasıyla sonuçlandı. Küçük çaplı isyanlar 2017 yılına kadar sürdü. Çeçenistan’daki Rus kontrolü, bölgedeki gerilimi ve bağımsızlık taleplerini zayıflattı, ancak bölgedeki insan hakları ihlalleri ve baskıcı yönetim eleştirildi.
Putin, Rusya’daki siyasi muhalefeti zayıflatarak, devletin gücünü kendinde topladı. Medya üzerindeki denetimi artırdı ve demokratik açılımlar yerine daha otoriter bir yönetim tarzı benimsedi. Putin’e yakın çevreler, özellikle enerji sektöründe büyük ekonomik güce sahip olmaya devam etti.
Putin, Rusya’nın uluslararası gücünü yeniden inşa etmek için çalıştı. Özellikle Ukrayna, Suriye ve Kırım gibi bölgelerdeki müdahaleler, Rusya’nın dış politikasının agresifleştiğini gösterdi. 2014 yılında Kırım’ın ilhakı, Batı ile Rusya arasındaki ilişkileri ciddi şekilde gerdi.
Sonuç olarak, Yeltsin dönemi, ekonomik zorluklar, siyasi istikrarsızlık ve savaşlarla geçti. Bunun ardından Putin dönemi, Rusya’nın ekonomisini yeniden toparlama, iç ve dış politikada güç kazanma çabalarıyla şekillendi. Ancak, Putin’in yönetimi, otoriter eğilimleri ve demokratik özgürlüklerin kısıtlanması ile eleştirilmektedir.