Katı Jeopolitik – Ortadoğu’da Savaş Oyunları

İran, Amerika’nın boş nükleer tesislerine yönelik saldırılarına karşılık olarak boş bir ABD üssünü vurdu. Buna karşılık İsrail, açlıktan ölen sivilleri, çocukları ve hastaneleri hedef almaya devam ediyor.
Eğer İran, (ABD’nin nükleer varlıklarına yönelik saldırılarına) Kasım Süleymani’nin öldürülmesinden sonra verdiği tepki gibi karşılık verirse – ki Donald Trump medyaya bunun önceden kendisine bildirildiğini, İran’ın kasıtlı olarak ABD hedeflerine zarar vermediğini, sadece prestijini korumak için böyle davrandığını açıklamıştı – bu, tırmanmanın ardından bir gerilimi azaltma hamlesi anlamına gelir. Tüm taraflar, prestijlerini koruduklarını söyleyerek olaydan sıyrılabilir ve başka bir konuya geçebilirler.
O zamandan beri yaşananlar, bunun gerçekleştiğini gösteriyor.
“İsrail”, İran’ın nükleer tesislerine ve daha fazlasına, İran’ın nükleer silaha haftalar kaldığı bahanesiyle saldırdı (bunu 30 yıldır söylüyorlar!). İran, Tel Aviv ve Hayfa’daki hedeflere “İsrail”in daha önce hiç karşılaşmadığı şekilde zarar verdi. Saldırılar, bölgeyi daha da istikrarsızlaştırma tehdidiyle tırmandı.
“İsrail”, sponsoru ABD’den, Fordow’daki derinlemesine korunan İran nükleer varlıklarını yok etmesini istedi. Amerika da gereğini yaptı.
Ancak bunu, İran’ın nükleer tesislerini tahliye etmesine olanak tanıyan çokça söylemin ardından yaptı. Trump, “Fordow yok oldu” dedi. İran ise “Fordow boşaltılmıştı” diye karşılık verdi.
Altı füze. Hiç can kaybı yok.
İran, ABD varlıklarını vuracağını açıkladı. ABD’nin müttefiki Katar’a, Doha’daki ABD Al Udaid hava üssünü hedef alacak füzeler fırlatacağını bildirdi. Al Udaid’in tahliye edildiği ve Katar’ın füzeleri düşürmeye hazır olduğu iddia edildi.
Herkes kazandı.
Evlerini kaybeden ya da ölen siviller hariç.
Herkes kazandı.
“İsrail” hedeflerine ulaştığını söyleyebilir.
“İran” nükleer varlıklarını koruduğunu söyleyebilir.
“Amerika” ise İran’ın müzakerelere dönebileceğini söyleyebilir.
Tüm bunlar, “İsrail”in tırmandırdığı bir durumu yatıştırma çabası olduğu izlenimini veriyor.
Trump’ın Abraham Anlaşmaları sırasında dile getirdiği Ortadoğu vizyonu – tüm ülkelerin birbirleriyle ve Siyonist varlıkla ilişkilerini normalleştirmesinin herkes için daha iyi olacağı; diplomasinin, turizmin ve ticaretin herkese fayda sağlayacağı; aralarında bir güç dengesi kurulacağı (yine de “İsrail” tek nükleer güç olarak kalacak) – ve Filistinlilerin ne verilirse onu kabul etmesi gerektiği – ister göstermelik bir devlet, ister ya da daha azı.
Bu, daha gerçekçi bir olasılık gibi görünüyor – ancak bugünün Ortadoğu’sunda hiçbir şey kesin değil. Çok fazla değişken ve risk var, hiçbir şeyi kesin olarak öngörmek mümkün değil.
Yine de, Amerika’nın arzuladığı rota bu, birçok nedenle.
Bir yorumcu, İran ve Suriye ile yakınlaşmanın – ve Pakistan ile Hindistan arasında istikrar arayışının – şu amaca yönelik olduğunu öne sürdü:
“Çin’i baypas etmeyi amaçlayan ve Amerika’yı Hindistan’dan Avrupa’ya uzanan stratejik bir ekonomik koridorun merkezine geri getirmeyi hedefleyen uzun süredir bekleyen bir altyapı projesi. Projenin adı Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Koridoru, yani IMEC. Çoğu Amerikalı bundan habersiz. 2023’te Yeni Delhi’deki G20 zirvesinde ABD, Hindistan, Suudi Arabistan, BAE ve Avrupa Birliği’nin ortak girişimi olarak başlatıldı. Hedefi? Güney Asya’yı Avrupa’ya modern bir altyapı bağlantısıyla bağlamak – Çin topraklarından geçmeden veya Çin sermayesine güvenmeden. IMEC’in vizyonu iddialı ama basit: Hint malları, Körfez üzerinden demiryolu ve limanlarla batıya, İsrail üzerinden Avrupa pazarlarına taşınacak. Koridor boyunca sadece ticaret yolları değil, enerji boru hatları, dijital kablolar ve lojistik merkezler de bağlanacak. Bu, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne ilk ciddi alternatif olacak – ABD ve ortaklarının sahada asker bulundurmadan nüfuz inşa etmesinin bir yolu.”
Stratejik Hürmüz Boğazı’nı kontrol eden düşman bir İran, bu hedefin önünde bir engel.
Trump’ın Umman aracılığıyla İran’la müzakereleri yeniden başlatması ilk adımdı. Ancak iki taraf arasında güvenin düşük olması anlaşılır bir durum.
ABD’nin İran’a yönelik politikası, “İsrail”in politikasından farklı; yani Ortadoğu’da ikinci nükleer güç olma yolunda ilerleyen bir ülkeyi ezmekten ziyade, kendi hedeflerini istikrar ve güç dengesiyle güvence altına almak. Eğer İran’daki mevcut yönetim işbirliği yapmazsa, önde gelen isimlerin daha fazla suikasta uğradığını görebiliriz.
Eğer bu plan başarılı olursa, en büyük kaybeden Filistin halkı olacak – bundan hiçbir şey elde edemeyecekler.