Kontrollü Kriz, Kontrollü Diplomasi

Donald Trump için temel öncelik, daima Amerikan çıkarlarının korunması oldu. ABD’deki ekonomik daralma, yapısal kırılganlıklar ve kamuoyuna verdiği “yeni savaşlara girmeme” sözü, dış politikasının zeminini şekillendirdi. Bu çerçevede “İsrail”, zaman zaman Trump yönetimini zorlayan ve kendi ajandasına çekmeye çalışan agresif adımlarıyla öne çıktı.
Özellikle Gazze ve Suriye konularında ‘İsrail’in ABD’yi kendi çıkar eksenine çekme girişimleri, Trump kabinesi içinde sürekli bir gerilim kaynağı oldu. Kabinedeki “İsrail” yanlısı isimlerin “Önce Amerika” doktrinine aykırı çıkışları ve Yahudi lobisinin iç politikadaki etkisi, Trump yönetimi üzerinde doğrudan baskı oluşturdu, oluşturmaya da devam ediyor.
Bu baskılara rağmen Trump, Amerikan çıkarlarıyla çelişen İsrail yanlısı figürlere karşı doğrudan hamleler yapmaktan da çekinmedi. Yemen saldırısı sürecinde bilgi sızdırdığı gerekçesiyle Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz’un, Lübnan dosyasındaki tutumları nedeniyle de Morgan Ortagus’un görevden alınması, bu denge politikasının somut örneklerinden sayılabilir.
ABD neden yine de İsrail’in taleplerine boyun eğiyor gibi görünüyor?
Bu sorunun yanıtı, çok katmanlı stratejik bir denkleme dayanıyor aslında. ABD, İran’a yönelik saldırılara tamamen karşı çıkmadı, aksine örtülü biçimde onay da verdi. Ancak bu destek, yalnızca Amerikan çıkarlarına doğrudan hizmet eden hedeflere yöneldiğinde anlamlıydı. Özellikle İran’daki nükleer anlaşmaya muhalif, Devrim Muhafızları içindeki şahin figürlerin hedef alınması, Washington açısından stratejik bir kazanç olarak görüldü.
Trump, Truth Social’da şöyle diyordu: “Nükleer anlaşmaya karşı çıkan İran’daki tüm şahinler artık öldü.”
Bu açıklama, saldırıların sadece sembolik değil, stratejik planlamaya dayalı olduğunu açıkça gösteriyor zaten.
İsrail’in Siyasi ve Askerî Yalnızlığı
ABD, sürecin başında ‘İsrail’e manevra alanı açarak onu bölgede daha “kararlı” ve “güçlü” bir aktör gibi sundu. Bu durum Netanyahu yönetimine iç politikada geçici bir avantaj sağladı. Fakat çatışmaların uzamasıyla birlikte “İsrail” toplumunun savaş psikolojisine dayanıksızlığı ortaya çıktı ve bu pozisyon sürdürülemez hale geldi. Netanyahu şöyle diyordu: “Sadece kendi düşmanımızla değil, ‘İsrail’e ölüm, Amerika’ya ölüm’ diyen sizin düşmanınızla da savaşıyoruz.”
Bu tür söylemlerle “İsrail”, ABD’yi doğrudan çatışmaya dâhil etmeye çalışsa da, Washington’dan açık bir askerî destek gelmeyince ‘İsrail’de yalnızlık algısı daha da derinleşti.
Reel Gerçeklik: Hava Savunmasının Sınırı
Siyasi yalnızlığın yanı sıra, ‘İsrail’in savunma kapasitesi de alarm vermeye başladı. Wall Street Journal’a göre, Arrow füze sistemi için gerekli mühimmat kritik seviyeye geriledi. Washington Post ise İran saldırıları devam ederken ABD müdahale etmezse ‘İsrail’in hava savunmasının 10–12 gün içinde etkisiz hâle gelebileceğini yazdı. Bu tablo, Trump’ın “yaramaz çocuk” diye nitelendirdiği ‘İsrail’in kontrolsüz hamlelerinin tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini ortaya koyuyordu.
Kontrollü Yıpratma Taktiği
Trump yönetimi, İran’daki bazı “kritik” aktörleri etkisiz hâle getirdikten sonra çatışmanın kontrollü biçimde devam etmesini teşvik ederek hem İran hem de “İsrail” terbiye edildi, ABD arka planda diplomatik planlamasını yeniden yapılandırdı.
Çatışmalar, bir savaş tiyatrosunu andıracak şekilde ritüelize edildi. İran’ın nükleer tesislerine düzenlenen ABD destekli saldırıların ardından, İran’ın Katar’daki Amerikan üssüne “önceden haber verilerek” misilleme yapması, adeta bir tiyatro sahnesiydi. Trump’ın paylaşımı, filmi izlemeyenlere filmin sonunu anlatmak kadar moral bozucuydu: “İran’a saldırıyı önceden haber verdiği için teşekkür ederim. Bu sayede can kaybı yaşanmadı. Belki İran artık barışa yönelir; ‘İsrail’i de aynı yönde ilerlemeye teşvik edeceğim.”
Nihayetinde galası yapılan filmden herkes kazançlı çıkacaktı: Trump kendisini barış adamı ilan edecek, birileri koşarak onu Nobel barış ödülüne aday gösterecekti. Yahudi varlığı İran’ın nükleer kapasitesini yok ettiğini söyleyerek zafer ilan edecek, İran da “İsrail”e ağır bir darbe vurduğundan dem vurarak kendi “başarı hikayesini” pazarlayacaktı.
Sonuçta;
- ABD, İsrail’e kayıtsız şartsız destek veriyor ve verecek, buna kuşku yok. Çünkü “İsrail” küresel sömürgeciliğin vazgeçilmez ileri karakoludur.
- Bununla birlikte bu “yaramaz çocuk” kontrollü bir angajman tabi tutulmayacak anlamına gelmez. Ara sıra uslandırılması gerekebilir. Yani ‘İsrail’e sınırlı destek verilirken, kontrolsüz eylemleri de sınırlandırılıyor.
- Hem İran’ın hem de ‘İsrail’in eş zamanlı yıpratılması, ABD’nin uzun vadeli stratejisiyle uyumlu.
- Trump için önemli olan savaş değil, sonuç ve kazanımdır. Şimdiden kendisini barış adamı ilan etmesi ve normalleşme sürecinde elde edeceği ekonomik avantajlara gözünü dikmesi böyle okunabilir.
- İran’daki sertlik yanlısı figürlerin tasfiyesi, ABD açısından stratejik başarıdır. İran’a yeni bir rol verildiği açık ve yeni kadrolar yeni planlamaya göre organize edilecek gibi görünüyor.
- Kriz, Trump yönetimi tarafından diplomatik bir başarıya dönüştürüldü. Çünkü Trump Ortadoğu’daki baş ağrılarından bir an önce kurtulup asıl odak noktası olan Çin’e ve diğer yükselen güçlere yönelmek istiyor artık.