Somali’nin İslam’a Girmesi
7. yüzyılda, İslamiyet Somali kıyılarına Arap tüccarlar ve Müslüman seyyahlar aracılığıyla ulaştı. İslamiyet’in bölgeye yayılmasıyla birlikte, Somali Sultanlıkları (Ajuran, Ifat, Adal) ortaya çıktı. Emevi Halifesi Abdülmelik bin Mervan, Musa bin Ömer el Kazimi’yi Somali bölgesinin belirli parçalarını fethetmekle görevlendirmiş ve bu bölgeler yıkılışlarına dek Emevîlerin yönetimi altında kalmıştır. Abbasi döneminde de Somali bölgesinin hilafete bağlılığı devam etmiş ve Mogadişu Sultanı, Abbasi halifesine itaat etmeyi ve düzenli vergi ödemeyi kabul etmiştir. 16. yüzyılda Osmanlılar, Habeşistan Seferi sırasında Somali kıyılarına ulaşmıştır. Osmanlı desteğiyle Adal Sultanlığı, Portekiz ve Etiyopya’ya karşı büyük savaşlar yapmıştır. Osmanlı, Somali kıyılarında özellikle Berbera, Zeyla ve Mogadişu limanlarını koruma altına almıştır.
Somali’nin Sömürgecilik Tarihi
Somali 19. yüzyılın sonlarından 1960 yılına kadar rakip sömürgeci güçler arasında paylaşılmıştır. En kuzeyde Fransız Somali’si (günümüz Cibuti), kuzeyde İngiliz Somali’si (bugünkü Kuzey Somali) ve güneyde de İtalyan Somali’si (güney). Bununla birlikte, Somali halkı kuzeydoğu da Kenya’ya (Kuzeybatı Sınır Bölgesi) ve doğuda da Etiyopya’ya (Ogaden bölgesi) doğru yayılmıştır. Bu bölgeler “mavi bir arka plan üzerine yerleştirilmiş beyaz bir yıldızın beş noktası” ile bayrak üzerinde sembolize edilmiştir. Somali’deki sömürge yönetimleri, farklı hükümet tarzları benimsedikleri için ortak bir payda bulunmamakta, bu da ülkeyi derinden etkilemektedir. İtalyanlar sömürgecileri sistemlerini ve kültürlerini daha fazla aktarırken, İngiliz yönetimi çok daha basit ve daha az kapsamlı kalmışlardır. İtalyanlar Somali’yi bir yerleşimci kolonisi olarak görürken, İngilizler öncelikle Kuzey Somali’nin Aden Körfezi’ndeki stratejik konumuna jeopolitik ve denizcilik çıkarları nedeniyle değer vermiştir, bu nedenle toprağı büyük ölçüde göz ardı etmiştir. Bu durum iki bölgedeki altyapı geliştirme düzeylerini etkilemiş ve tarihsel olarak farklılık oluşturmuştur. Bu farklılıklar ise sonraki yıllarda büyük bir önem kazanacaktır.
Somali’nin Bağımsızlığı
Günümüz Somali’si, beş Somali bölgesinden sadece ikisinin, eski İngiliz ve İtalyan kuzey Somali’sinin birleşmesini temsil etmektedir. Bu iki bölge de bağımsızlığını kazanan ilk bölgelerden olmuştur. Bu nedenle Somali devletinin temelini oluşturmaktadır. Bununla birlikte, bağımsızlık farklı bölgelerde çok farklı şekillerde kazanılmıştır. İngiliz kuzey Somali’sinde, hükümet yerel halka hızlı bir şekilde teslim edilmiş ve basit bir süreç içinde bağımsızlık kazanılmıştır. Bununla birlikte, İtalya sömürgelerinden ayrılmaya zorlanmış, BM’nin zorlamalarıyla ülke üzerindeki vesayet yetkisinden ve kontrolünden vazgeçmiş ve hükümetin yönetimi için yerel memurları eğitmeye de zorlanmıştır. İtalya’dan bağımsızlığını kazanan Somali, hemen ardından, Güney Somali ve Kuzey Somali, 1 Temmuz 1960’ta modern Somali devletini oluşturan siyasi ve bölgesel bir birleşme üzerinde anlaşmıştır. Mogadişu, gelişmiş altyapısı ve hükümeti nedeniyle başkent olmuştur. Diğer iki bölge, Batı Somali (Ogaden) ve Northern Frontier District (NFD) ise, şimdilerde diğer iki egemen devletin –Etiyopya ve Kenya – parçasıdır. Bağımsızlığını yeni kazanan Somali’nin başlıca uluslararası siyasi hedefi, beş bölgenin tümünü birleştirmekti. Bu yüzden, Ogaden’de Etiyopya ile kanlı bir savaşa girişen Somali için savaş felaketle sonuçlanmıştır. Öte yandan Kenya ve Cibuti ile müzakereler de başarısız olmuştur.
Muhammed Siad Barre Dönemi ve Çöküşü
21 Ekim 1969’da yapılan kansız darbe ile askeri rejim, Tümgeneral Muhammed Siad Barre yönetiminde iktidara gelmiştir. Bu dönemde yönetim sistemi değiştirilmiş ve tüm siyasi partiler kapatılmıştır. 20 yıl süren Siad Barre baskıcı askeri rejimi sırasında ülkenin durumu her açıdan daha da kötüleşmiştir. Öyle ki, General Siad Barre liderliğindeki Somali’de istikrarsız bir ortam oluşmuş ve neticesinde şiddetli iç çatışmalar yaşanmıştır. Barre yönetimini devam ettirebilmek için; kilit siyasi şahsiyetler ve sadakatlerine güvenebileceği, kendisine “doğuştan veya evlilik yoluyla bağlı” olan klan üyeleriyle yola devam etmeyi tercih etmiştir. Bu da, siyasi gücün bir parçası olmak isteyen rakip klanlar ve siyasi seçkinler arasındaki gerilimin artmasına neden olmuştur. Klancılık, yolsuzluk, adam kayırmacılık ve zayıf liderlik, Somali’yi çöküşün eşiğine getirmiştir. Kuzey bölgesi, hükümetin elinde sistematik baskıya maruz kalmış, hükümet halkı marjinalleştirmiş, kendisine karşı çıkan herkesi baskı altına almış ve hapsetmiştir. Siad Barre’nin uyguladığı baskı ve şiddet neticesinde, Kuzey Somali bölgesinin iki büyük şehrinde yaşayan (Hargeisa ve Burao) insanlar Etiyopya’ya kaçmak zorunda kalmıştır. Kuzey Somali açısından bu acılı süreç, tahmini elli bin kişinin ölümü ve bir milyon mültecinin ortaya çıkmasına sebep olan tehcirle sonuçlanmıştır.
1978 yılında Etiyopya ile gerçekleşen Ogaden Savaşı yenilgisinden sonra, Siad Barre hükümetini devirmek ve Somali’de demokratik sistemi geri getirmek için bir dizi kabile bağlantılı muhalefet hareketleri ortaya çıkmıştır. 1981’de, çoğunlukla Ishakh klanından olan Londra’daki bir grup siyasi sürgün, hükümetin kuzeydeki baskısına karşı koymak amacıyla bir muhalefet partisi olan, Somali Ulusal Hareketi’ni (SNM) kurmuşlardır. 1983’te darbe neticesinde hapsedilen önde gelen memurlar, serbest bırakılmalarının ardından Kuzey’de hızla popülerlik kazanıp ve halkın desteğini almışlar ve neticesinde önemli bir muhalif hareket haline gelmişlerdir.
Muhalefetin 1991’de Barre rejimini devirmeyi başarmasıyla oluşan “Somali’nin yeni bir döneme gireceği” beklentisi, çok kısa bir zamanda kendi aralarında girmiş oldukları başkanlık yarışında uzlaşıya varamamaları sonucunda suya düşmüştür. Muhalefet içerisinde oluşan çok sayıda farklı grup ve beraberinde ortaya çıkan şiddetli iktidar mücadelesi kaotik bir ortam oluşmasına neden olmuştur. Devlet otoritesi zayıflamış, kurumları çökmüş ve süreç kısa sürede iç çatışmaya evrilmiştir. Yaşanan iç çatışmalarda yüz binlerce Somalili hayatını kaybetmiş ve birçokları ise ülke içinde başka şehirlere göç etmek ya da komşu ülkelere sığınmak zorunda kalmıştır.
Günümüze Uzanan Hükümet Kurma Girişimleri
2000 yılında Cibuti’de toplanan ulusal konferansla Geçici Ulusal Hükümet (TNG – Transitional National Government) kuruldu ve Başkanı Abdiqasim Salad Hassan oldu. Ancak bu hükümet Mogadişu dışındaki bölgelerde fazla etkili olamadı ve diğer bölgelerde silahlı grupların kontrolü devam etti.
2004’te Kenya’da Nairobi Konferansı sonucunda TFG (Transitional Federal Government – Geçici Federal Hükümet) kuruldu. Başkanı Abdullahi Yusuf Ahmed (2004–2008), ardından Şeyh Şerif Ahmed (2009–2012) oldu. TFG, Afrika Birliği’nin askeri desteği (AMISOM) ve uluslararası alanda tanınmayla Somali’nin meşru hükümeti olarak faaliyet gösterdi. 2006 yılında İslami Mahkemeler Birliği (İMB) başkent Mogadişu’yu ele geçirdi, fakat Etiyopya’nın askeri müdahalesiyle devrildi. Bu süreçte Eş Şebab örgütü ortaya çıktı ve TFG ile savaşmaya başladı.
2012’de Somali Federal Geçiş Hükümeti’nin süresi sona erdi ve yeni bir anayasa temelinde Somali Federal Cumhuriyeti kuruldu. Geçiş döneminin ardından, 1969 yılından sonra ilk kez 2012 yılında Somali’de seçimler gerçekleştirilmiştir. Hasan Mahmud’un kazandığı seçimler, ülkede yıllar sonra ilk kez kalıcı bir hükümetin kurulabileceği yönündeki umutları arttırmıştır. 2013 yılında 22 yıl aradan sonra ABD, Somali Hükümeti’ni tanımıştır. Daha önce ertelenmesine rağmen, 2017 yılında Somali’de yeniden seçimler yapılmış; ülkenin yeni lideri ve çekişmeli seçimin galibi eski başbakan Mohamed Farmajo olmuştur.
Ayrıca 2017 yılında; 1993’te ülkeden çekilen ABD’nin 24 yıl aradan sonra ilk kez Somali’de birliklerini konuşlandırdığı, personel sayısını 500’ün üzerine çıkararak ülkedeki hava saldırılarını yoğunlaştırdığı görülmüştür.
İç savaşın ardından yıllardır çatışmalarla mücadele eden ve devletleşme sürecini tamamlamaya çalışan Somali’de, 1,5 yıl süren seçim krizinden dolayı siyasi tansiyon yükselmiştir. Ancak 2022 yılında gerçekleşen seçimlerin sonucunda, ülkenin yeni lideri ve çekişmeli seçimin galibi eski Cumhurbaşkanı Hasan Mohamud olmuş ve ülke tarihinde cumhurbaşkanlığı koltuğuna ikinci sefer oturan ilk cumhurbaşkanı olmuştur. Bu sürecin ardından gelinen noktada, Eş Şebab’ın bölgesel ve küresel düzeyde yol açtığı tehdit uluslararası arenada konuşulmaya başlanmış; dış desteklerle ayakta duran hükümet yapısının ve demokratik sistemin ise güçlü ve kendi kendine ayakta durabilen bir devlet yapısına dönüşüp dönüşemeyeceği sorgulanır bir hal almıştır (BBC, 2022).
Yeni federal sistemde, ülke Puntland, Galmudug, Hirshabelle, Southwest State, Jubaland gibi çeşitli eyaletlere ayrılmıştır. Bugün hükümet halen Eş Şebab’la silahlı mücadele yürütmekte ve güvenlik alanında Türkiye, ABD ve Afrika Birliği (eski AMISOM, şimdi ATMIS) desteğiyle bu mücadeleyi sürdürmektedir.
Somali’da İslami Direniş Grupları
El-İttihad el-İslamiye (EİEİ), Somali’de Siyad Barre rejimini devirmek ve bir İslam devleti kurmak amacıyla ortaya çıkan en erken İslami hareketlerden biridir. 1984 yılında İslami Gençlik Birliği (Vahdet Eş-Şebab) ve İslam Cemaati (El-Cemaa El-İslamiye) adlı iki grubun birleşmesiyle kurulan bu örgüt, yolsuzluk ve yoksullukla mücadele etmeyi, Batı etkisini sona erdirmeyi ve Somali topraklarını Kuzeydoğu Kenya, Etiyopya’nın Ogaden Bölgesi ve Cibuti’ye kadar genişletmeyi hedeflemiştir. EİEİ, çoğunlukla Orta Doğu’da eğitim görmüş, Selefi-Vahhabi düşünceye sahip kişilerden oluşmuş ve bu bölgedeki hareketlerden maddi ve manevi destek almıştır. 1991’de Siyad Barre’nin devrilmesinin ardından Somali’de bazı bölgeleri ele geçirmeye çalışmış ancak 2004 yılında Etiyopya ve ABD birliklerinin ortak operasyonuyla Luuq bölgesi işgal edilerek örgütün varlığına son verilmiştir.
EİEİ’nin zayıflamasının sonrasında, Somali’de merkezi hükümetin çökmesiyle birlikte İslami Mahkemeler Birliği (İMB) adlı yapı ortaya çıktı. 1991’de İMB’nin temelleri atılmış ve 2006’ya gelindiğinde örgüt, Somali’nin güneyinde ve merkezinde büyük bir güç haline gelerek başkent Mogadişu’nun tamamını kontrolü altına almıştır. Doğu Afrika’da güçlü bir İslam devleti kurma hedefiyle hareket eden İMB, kısa sürede Somali’nin stratejik bölgelerini ele geçirmiştir. Ancak Aralık 2006’da Etiyopya birlikleri, ABD’nin desteğiyle Somali’ye girerek İMB’yi yenilgiye uğratmış ve başkent Mogadişu’nun kontrolünü ele geçirmiştir. Bu askeri müdahale sonrası İMB zayıflamış ve 2007’de ılımlı ve aşırı gruplar olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Ilımlı grup, Şeyh Şerif Ahmed’in liderliğinde Geçici Federal Hükümet’e (GFH) katılırken, aşırı grup ise Eş Şebab ve Hasan Dahir Aveys’in liderlik ettiği Hizb-ül İslam örgütü olarak ayrılmıştır.
İMB’nin dağılmasının ardından ortaya çıkan diğer gruplar arasında Somali Kurtuluş Cephesi (Cibuti Kanadı) ve Somali Kurtuluş İttifakı (Asmara Kanadı) bulunmaktaydı. Etiyopya’nın müdahalesi sonrası İMB içerisindeki farklı gruplar bölünmüş ve bu iki yapı ortaya çıkmıştır. Şeyh Şerif Ahmed, Cibuti Kanadı’nın başına geçerken Batı yanlısı olmasına rağmen hem Cibuti hem de Asmara’da etkinliğini sürdürmüştür. Ancak Şeyh Şerif Ahmed’in Somali Devlet Başkanı olması ve Geçici Federal Hükümet’e katılmasıyla birlikte Cibuti Kanadı’nın İslami bir hareket olarak etkisi azalmıştır. Asmara Kanadı ise Hasan Tahir Uveys’in liderliğinde Hizb-ül İslam çatısı altında faaliyet göstermeye devam etmiş ancak zamanla bu grup da güç kaybetmiştir.
Hizb-ül İslam, İMB’nin bölünmesiyle ortaya çıkan aşırı gruplardan biri olarak Hasan Dahir Aveys liderliğinde kurulmuştur. Bu örgüt, Eş Şebab’a karşı çıkan dört hareketten biri olmuştur. İçerisinde Kambuni Askeri Kampı, İslami Cephe ve Faruk Askeri Kampı gibi farklı yapıları barındıran Hizb-ül İslam, 2010 yılında liderlerinden Bare Ali Bare’nin öldürülmesi sonrasında Eş Şebab’a katılmıştır.
Harekât Eş-Şebab el-Mücahidin (HSM)
Arapça’da “Gençlik” anlamına gelen Eş-Şebab ( الشباب), Harekât Eş-Şebab el-Mücahidin (HSM) örgütünün kısaltılmış adıdır ve “Mücahidin Gençlik Hareketi” anlamına gelmektedir. Eş Şebab, 2004 yılında İslami Mahkemeler Birliği’nin (İMB) askeri kanadı olarak kurulmuştur. Başlıca amacı Geçici Federal Hükümeti (GFH) devirmek, ülkenin tamamının kontrolünü ele geçirmek, Kenya ve Etiyopya’da Somalilerin yaşadığı bölgelerle birleşmek ve bir İslam devleti kurmaktır. Eş Şebab, kısa sürede Somali’de mevcut yönetime karşı en büyük tehdit haline gelmiştir ve yalnızca Somali için değil, aynı zamanda bölge ve uluslararası toplum için de bir tehdit oluşturmuştur.
Eş Şebab, İslam dinini batılıların anlayışıyla radikal ve katı bir perspektiften yorumlamaktadır. Örgüt, Somali toplumunu kendi ideolojik yapısına uygun olarak dönüştürmeyi hedeflemektedir. Tıpkı Boko Haram gibi, Eş Şebab da cihat kavramına islami bir anlam yükleyerek askeri mücadele ile amaca ulaşılacağını vurgulamaktadır. Örgütün önemli amaçlarından biri de, Somali’de İslam’ın yayılmasında dikkate değer rol oynayan Sufi tarikatlara karşı savaşmak ve selefizm doktrinine göre İslam’ı yeniden yorumlamaktır. Eş Şebab, ideolojik olarak El Kaide örgütü ile bağlıdır ve 10 Şubat 2012’de resmen birleşmiştir. Bu birleşmeyle uluslararası faaliyetlerde bulunabilme imkânlarını artırmıştır.
Eş Şebab’ın en yüksek karar mercii 10 üyeden oluşan Şura Konseyi’dir. Örgüt lideri Şura Konseyi tarafından atanır. Somali’deki farklı stratejik öneme sahip olan yerlerin kontrolünden sorumlu bölge liderleri mevcuttur. Ancak Eş Şebab’ın liderlik politikası merkezi olmayan bir yapıya sahiptir; bölge liderleri örgütün siyasi ve ekonomik çıkarları adına bağımsız eylemlerde bulunabilirler. Şura Konseyi altında siyaset, medya, askeri, hukuk, din ve ahlak gibi farklı konulara eğilen alt grupları bulunmaktadır. Örgütün en önemli birimi askeri kanattır. Siad Barre hükümetine karşı mücadele veren dönemin Albayı Şeyh Hasan Zahir Uveys, örgütün ruhani lideri sayılmaktadır. Fiilen 2006 yılına kadar örgütün komutanlığını yapan Uveys, bu tarihten sonra yerini Aden Hashi Ayro’ya bırakmıştır. Ayro’nun 2008’de ABD saldırısında ölmesinin ardından örgütün kurucularından Ahmed Abdi Godane (aka Abisaid) örgütün tek lideri olmuştur
Eş Şebab, düşmanlarına saldırmak için çoğunlukla gerilla savaşı taktiklerini uygular. En bilinen yöntemleri intihar saldırıları, suikastlar ve hafif silahlı saldırılardır. Örgüt ayrıca mayın döşemekte ve uzaktan kumandalı bombalar kullanmaktadır. Başlangıçta yabancı işgal güçlerini hedef alırken, daha sonra devlet yöneticilerini, bürokratları ve parlamento üyelerini hedef seçmiştir. Birleşmiş Milletler ve diğer yardım kuruluşlarının insani yardım faaliyetlerini de tehdit olarak algılayıp saldırılar düzenlemektedir. Eş Şebab, kontrolü altındaki bölgelerde kendi anlayışına göre bir “şeriat” yönetimi uygulamakta, kendi kanunlarını uygulamakta ve vergi almaktadır. Örgüt, Radyo Endülüs’ün kontrolünü elinde bulundurmakta ve Somali genelinde propaganda aracı olarak kullanmaktadır.
Eş Şebab’ın başlıca hedefleri şunlardır:
- Ülkenin tamamının kontrolünü ele geçirmek.
- Kenya ve Etiyopya’da Somalilerin yaşadığı bölgelerle birleşerek bir İslam devleti kurmak.
- Somali toplumunu kendi İslam anlayışına göre dönüştürmek.
- Sufi tarikatlarına karşı savaşmak ve selefizm doktrinini yaymak.
- İslam Halifeliği’ni yeniden canlandırmak.
- Ülkedeki Batı etkisini yok etmek.
Nijerya’da Eş Şebab ile Boko Haram arasında güçlü bir ilişki bulunmaktadır. Eş Şebab ve El-Kaide, Boko Haram’ın Nijerya’daki eylemlerine mali destek sağlamaktadır. Örgüt, İslam ülkelerine karşı izledikleri saldırgan politikalar nedeniyle İsrail ve ABD’yi de hedef aldığını açıklamıştır.
Günümüz Eş Şebab Saldırılarının Arka Planı
Trump yönetiminin 2025 Ocak ayında imzaladığı ve Sahra Altı Afrika’ya yönelik dış yardımları askıya alan yürütme emri, ABD’nin kalkınma ajansı USAID aracılığıyla Somali’ye sağladığı 125,5 milyon dolarlık insani yardımı askıya alması, ülkenin sağlık, eğitim ve altyapı gibi hayati sektörlerini olumsuz etkilemiştir. Amerika bu politikasıyla, öncelikli olarak Afrika’daki askeri angajmanları azaltma, üsleri küçültme ve bölgedeki ABD askerlerini çekme eğilimindedir. Bu durum, Somali hükümetinin özellikle Eş Şebab’a karşı yürüttüğü operasyonlarda ihtiyaç duyduğu lojistik, istihbarat ve hava desteğini zayıflatmaktadır.
Trump dönemlerinde ABD, Somali hükümetiyle olan geleneksel diplomatik desteğini de azaltmış, dış politikasında “Amerika Önce” yaklaşımıyla izole ve seçici bir pozisyon almıştır. Bu da Somali gibi kırılgan devletlerde uluslararası meşruiyetin zayıflamasına ve iç güvenliğin kırılganlaşmasına yol açmaktadır.
The New York Times’ın haberine göre ABD, Trump döneminde yeniden canlandırılan ve göç kontrollerini sıkılaştırmayı amaçlayan politikanın bir parçası olarak, Somali de dâhil olmak üzere 43 ülkenin vatandaşlarına kapsamlı seyahat kısıtlamaları uygulamaya hazırlanıyor.
Somali Vakıflar ve Din İşleri Bakanı Mukhtar Robow Ali, 9 Mart 2025 tarihinde Mogadişu’da düzenlediği basın toplantısında, Eş-Şebab’ın başkenti ele geçireceğine dair endişeleri reddetti. Robow, Eş-Şebab’ın son saldırılarının endişe verici olmasına rağmen, grubun ciddi bir tehdit oluşturmadığını belirtti ve Somali’nin çöküşün eşiğinde olmadığını vurguladı.
Robow, “Mogadişu ne Kabil’dir ne de Şam ve Ahmed Diiriye de Ahmed Şara değildir,” diyerek, Eş-Şebab liderinin izole bir şekilde ülkeyi yönetemeyeceğini ifade etti. Ayrıca, bu Havaric’i yenmenin tek yolunun birlik ve direniş olduğunu söyledi.
Eski bir Eş-Şebab lideri olan Robow, 2017’de gruptan ayrılmış ve 2022’de Din İşleri Bakanı olarak atanmıştır. Son haftalarda Eş-Şebab Orta Somali’de saldırılarını artırmış, Balcad gibi Mogadişu’ya yakın kasabaları geçici olarak ele geçirmiştir. ABD Büyükelçiliği, olası saldırılar konusunda uyarıda bulunmuş, ancak Somali Cumhurbaşkanı Hassan Sheikh Mohamud, ülkenin Eş-Şebab’a karşı önemli ilerlemeler kaydettiğini belirtmiştir.
Trump yönetimin iktidara gelmesi ve aldığı kararlar sonrası Somali içindeki oluşan karışıklar, Eş-Şebab hareketini Somali’de oluşan boşluğu doldurma konusunda harekete geçirdiğini söyleyebiliriz. Özellikle Trump yönetiminin iktidara gelmesi ile Somali yönetimi ve Eş Şebab arasından şiddetli çatışmalar meydana gelmiş, Eş Şebab, Mogadişu’ya yakına kasabaları ele geçirmiştir. Eski bir Eş-Şebab lideri olan Robow’un yaptığı açıklamalar ise Somali’de bir boşluğun olduğunu göstermektedir ve halk bu durumunda memnun değildir. Eş Şebab’ın da bu durumu fırsata çevirip saldırılarını artırdığını söyleyebiliriz.