#ABD #Amerika #Asya #Çin #Düşünce #Genel #Güvenlik #İran #Jeopolitik #Ortadoğu #Rusya #Siyaset #Tema #Yahudi Varlığı

12 Gün Savaşından Öğrendiğimiz 12 Şey

12 Gün Savaşından Öğrendiğimiz 12 Şey

1-’’İsrail’’in’ Askeri Yenilmezliği Büyük Bir Darbe Aldı 

Benjamin Netanyahu, kendisini İsrail güvenliğinin güçlü adamı olarak tanıtarak bir kariyer inşa etti. Ancak 12 gün boyunca İsrail, ülkeye yağmur gibi yağan füzelerle karşı karşıya kaldı; bu, eşi görülmemiş bir durumdu. İsrail’in sürpriz saldırısına ve başarısına rağmen, İran’dan gelen yoğun saldırıları durdurmakta zorlandı. Yahudilerin yer altına inip sığınaklara sığındığı görüntüler sosyal medyada yaygın şekilde paylaşıldı. Birçok Yahudi ise ülkeyi terk ederek güvenliğe kaçmak için havalimanlarına akın etti.

İran’ın saldırıları İsrail’in petrol altyapısına zarar verdi, Ben Gurion Havalimanı’nı felç etti ve sivil kayıplara yol açtı—buna rağmen Demir Kubbe savunması devredeydi. İran ayrıca İsrail’in sanayi merkezi Hayfa’ya başarılı saldırılar gerçekleştirdi; ülkenin başkenti Tel Aviv de zarar gördü. Yaşanan psikolojik travma ve tahliyeler, İsrail toplumunda ciddi bir gerilime neden oldu.

2- İran’ın Retoriği Gerçekle Buluşuyor 

İran uzun zamandır Batı ve ‘İsrail’’e karşı koyabilecek güce sahip olduğunu savunuyordu.

‘İsrail’’in casus ağı, sürpriz saldırısında İran’ın savunmasını sabote etmeyi başardı ve bu da ‘İsrail’ jetlerinin İran’a uçup bombalama operasyonunu yürütmesine olanak sağladı. ‘İsrail’’in istihbarat yetenekleri, İran Devrim Muhafızları komutanlarının suikasta kurban gittiği ve birçok nükleer bilim insanının da bombalı araç saldırılarında hayatını kaybettiği son derece etkili bir suikast operasyonu yürütmesini sağladı. İran, ‘İsrail’’in ilk saldırısı karşısında açıkça hazırlıksız yakalandı ve zor durumda kaldı. Nükleer tesislerini, balistik füze tesislerini ve enerji altyapısını hedef alan ‘İsrail’ hava saldırısını durduramadı.

Buna karşılık İran, ‘İsrail’’in füze savunma sistemini etkisiz hale getirmeyi başardı ve Yahudi varlığı yetkililerine göre İran füzelerinin %90’ına kadarı engellendi. Ancak ‘İsrail’’in caydıramadığı %10’luk kısım yıkıcı bir etki oluşturdu ve ‘İsrail’’i 12 gün boyunca endişelendirecek kadar hasara yol açtı. Büyük çaplı sirenler, okul kapatmaları, tahliyeler ve konut altyapısı hedeflerindeki gözle görülür hasar, ulusal çapta endişeye neden oldu.

İran’ın füze harekâtı sembolik olarak saldırgan ama stratejik olarak sınırlıydı. İran’ın muazzam bir saldırı başlatma kabiliyetini gözler önüne sererken, aynı zamanda teknolojik geriliğini ve gelişmiş füze savunma sistemlerine karşı savunmasızlığını da ortaya koydu. Harekât, stratejik dengeyi değiştirmede veya ‘İsrail’’in askeri duruşunu zayıflatmada başarısız oldu. 12 günlük savaşın ardından İran bir halkla ilişkiler zaferi elde etti, ancak hem İran hem de ‘İsrail’ arasındaki stratejik denge aynı kaldı.

3- Demir Kubbe’nin Köpük Olduğu Ortaya Çıktı 

İsrail ve ABD, uzun süredir İsrail’in füze savunma sistemini geçilmez olarak tanıttı. İsrail’in füze savunma sistemi, işgal altındaki Filistin’den gelen roket ve havanlara karşı yüksek başarı oranına sahip olsa da, İsrail’e isabet eden füzelerin sayısı, kararlı bir muhalefete karşı savunma sisteminin uzun süredir iddia edildiği kadar etkili olmadığını ortaya koydu.

Birçok kişinin iddiasının aksine, füze savunma sistemleri yüksek başarı oranına sahip değildir. Her füzeyi durduramazlar ve birden fazla savunma katmanı arka arkaya çalıştığında başarı oranı düşer. Aynı anda 50 ila 100 balistik füze saldırısını durdurmak, herhangi bir sistemi aşırı yükleyerek etkisiz bırakmak anlamına gelir. Chatham House Güvenlik Çalışmaları Kıdemli Araştırma Görevlisi Dr. Marion Messmer, İsrail hava savunmasının birçok kişinin düşündüğü kadar etkili olmayabileceğini belirtti. Özellikle Demir Kubbe hakkında The Independent’a şunları söyledi: “…Gerçekte olduğundan daha iyi bir halkla ilişkiler imajı var. Sonuçta o bir hava savunma sistemi. Oldukça etkili bir hava savunma sistemi. Ama hiçbir hava savunması tamamen geçilmez değildir.” İsrail hava savunmasında son yılların en büyük zafiyetinin nedeni, İran füzelerinin aşırı sayıda olması ve sistemi kilitlemesiydi.

4- ‘‘İsrail’’ Coğrafyayı Yenemez

‘‘İsrail’’in’ Tel Aviv’i ile İran’ın Tahran’ı arasındaki mesafe neredeyse 1.600 kilometredir. Bu, teknolojik olarak ne kadar gelişmiş olursa olsun ve söylemlere rağmen, en iyi hava kuvvetlerini bile sınırlayacaktır. ‘İsrail’’in bu mesafeyi kat edebilmesi için birçok unsurun bir araya gelmesi gerekiyordu. ‘İsrail’’in ABD’nin yakıt ikmal kapasitesine ve Suriye ve Irak üzerinde güvenli hava sahasına ihtiyacı vardı. 1.600 kilometrelik ikmal hattı, ‘İsrail’ için büyük bir güvenlik açığıydı.

‘İsrail’, askeri depolar, Devrim Muhafızları komuta merkezleri ve radar tesislerini de içeren hedefli hassas saldırıları başarıyla gerçekleştirdi. İran hava savunma sistemlerine ve iletişim ağlarına siber saldırılar düzenledi. Özellikle uçuş desteği sağlayan Suudi Arabistan ve BAE olmak üzere bölgesel Körfez Arap ülkeleriyle koordinasyon sağlayabildi. Uzun süreli işgal veya büyük çaplı bir tırmanıştan kaçınırken, İran’ın üst düzey varlıklarını felç eden bir hava harekâtını yönetti.

Ancak ‘İsrail’’in 5 gün sonra ABD’ye yönelmesi, ‘İsrail’’in daha fazlasını başaramayacağını, İran’ın nükleer programını hedef almak için dış yardıma ihtiyaç duyduğunu gösteriyor. Ateşkes anlaşmasına rağmen, Yahudi varlığı yetkilileri bile saldırılarının ne kadar etkili olduğunu ve İran’ın nükleer programına zarar verip vermediğini asla tam olarak bilemeyeceklerini itiraf ettiler.

5- ‘İsrail’ Rejim Değişikliğinde Başarısız Oldu

‘İsrail’’in İran’a saldırısı yalnızca İran’ın nükleer programıyla ilgili değildi; saldırıları bunun çok ötesine geçti. İran’ın enerji altyapısını, askeri tesislerini ve rejimini hedef aldı. Sürpriz saldırısının ilk saatlerinde, İran’ın üst düzey askeri liderlerini etkisiz hale getirdi. Kısa süre sonra, ordudaki ikinci ve üçüncü kademe komutanlarla iletişime geçerek, rejimden uzaklaştıklarını kamuoyuna açıklamazlarsa suikastla tehdit etmeye başladı. Washington Post’un bir ifşası, çeşitli güç pozisyonlarındaki 20’den fazla komutanla iletişime geçildiğini ve bazı üst düzey İranlı yetkililerin kapılarının altından uyarı mektupları aldığını, bazılarının doğrudan telefonla arandığını ve bazılarının ise eşleri aracılığıyla iletişime geçildiğini tahmin ediyordu. Sonuç olarak, İran ordusunun veya İslam Devrim Muhafızları’nın üst düzey üyeleri arasında herhangi bir firar yaşanmadı.

6- İran’a Casuslar Sızdı

İran ve ‘İsrail’ otuz yıldır fiilen savaş halinde. Şimdiye kadar doğrudan bir çatışmaya girmemiş olsalar da aralarındaki mücadele suikastlar, sabotajlar ve casusluk yoluyla devam etti.

Dini rejim, 1979’da iktidara geldiğinde eski Şah rejimini ve tehdit olarak gördüğü kişileri kapsamlı bir şekilde tasfiye etti. Bu nedenle birçok muhalif İran’ı terk ederek ABD, Irak ve ‘İsrail’ tarafından koruma altına alındı. ‘İsrail’, bu rejim karşıtı isyancıları, dini rejim için İran’da istikrarsızlık yaratmak amacıyla kullanılabilecek araçlar olarak gördü. Ayrıca uzun zamandır Halkın Mücahitleri (MEK) ve Cundullah gibi İran karşıtı muhalif grupları da destekledi.

İran güvenlik güçleri, enerjilerinin çoğunu rejimin iktidar koltuğunu korumaya ve kendi halkını takip etmeye ve baskılamaya ayırıyor. Bu durum, ‘İsrail’’e İran içinde bir casus ağı kurmak ve işe almak için verimli bir zemin sağladı. Mossad’ın eski araştırma direktörü Sima Shine, Associated Press’e verdiği bir röportajda şunları doğruladı: ”Bu saldırı, Mossad’ın İran’ın nükleer programını hedef almak için yıllardır sürdürdüğü çalışmaların doruk noktasıdır. ‘İsrail’li ajanlar, İran’a bir dizi insansız hava aracı ve füze sistemi sokmayı başardı ve bunlar, İran’daki ‘İsrail’li ajanlar tarafından sağlanan veriler üzerinde çalışan bir ABD yapay zekâ modeli tarafından belirlenen çok sayıda hedefi vurmak için kullanıldı.

‘İsrail’’in İran topraklarında gerçekleştirdiği operasyonların uzun listesi göz önüne alındığında, rejimin yabancı casusluk sorunu yaşadığı oldukça açıktır.

7- Rusya, İran’ı Yine Hayal Kırıklığına Uğrattı

Rusya ve İran’ın stratejik bir ilişki içinde olması gerekiyor. ABD, her iki ülkenin de tam teşekküllü bir savunma ortaklığına sahip olduğunu düşünüyor. Rusya, İran’a savunma platformları ihraç etti ve füze geliştirme programına destek verdi. Hatta İran için bir nükleer reaktör bile inşa etti. Rusya, İran ile derin ilişkilerinden sürekli bahsediyor ve hatta İran ile Batı arasında arabuluculuk bile yaptı. İran ise, Rusya ile ortaklığını, gücünü gösteren ve bölgede saygı duyulması gereken bir unsur olarak sunuyor.

Ancak Rusya, 7 Ekim’den beri İran’dan tamamen uzak duruyor. İran’a saldırılar düzenlendi, yok edildi ve Rusya sadece açıklamalarda bulundu, bunun ötesinde İran’a hiçbir şey yapmadı. Rusya’nın İran’ı hayal kırıklığına uğratma konusunda uzun bir geçmişi var. Rusya, BM’de İran’a karşı oy bile kullandı ve İran’a yaptırımlar uygulandığında birçok kez tarafsız davrandı.

Rusya, İran’ın kendi tarafında olduğu, onu desteklediği ve dolayısıyla Orta Doğu’da bir güç olduğu imajını yaratmak istiyor. Ancak Rusya bunu hiçbir zaman gerçekleştirmeyi planlamadı. Buşehr nükleer reaktörünü inşa etmesine rağmen, bölgesel istikrarı tercih ederek İran’ın nükleer silah geliştirmesini hiçbir zaman desteklemedi.

8- Çin Kağıttan Kaplan Olmaya Devam Ediyor

Çin, Orta Doğu’ya müdahale etme, kendini yeni bir bölgesel oyuncu olarak tanıtma ve ABD’nin bölgeye yönelik stratejisini karmaşıklaştırma fırsatını kaçırdı. Çin, 2020’de İran ile kapsamlı bir stratejik ortaklık anlaşması imzalamasına rağmen, 12 günlük savaş sırasında sessiz kaldı. Çin, Orta Doğu’da hâlâ etkisiz bir aktör konumunda.

Çin, İran’ın yanında yer alarak nüfuzunu artırma fırsatına sahipti. İran’a nükleer bir şemsiye sağlayabilirdi. Tıpkı ABD’nin Türkiye, Almanya ve İtalya’da nükleer silahlarla yaptığı gibi. Ancak bunu yapmadı. Oysa Trump yönetimi, gümrük tarifeleri stratejisi ve küresel stratejisinin Çin’i hedef aldığını açıkça belirtmişti.

Çin’in ABD’ye karşı koyması ve ABD’nin farklı bölgelerdeki planlarını karmaşıklaştırması gerekiyor. Özellikle de ABD artık Çin ile küresel bir mücadele içinde olduğunu açıkça ifade ederken… Ancak Çin, uzun tarihi boyunca hiçbir zaman sınırlarının ötesinde bir etkiye sahip olmadı ve siyasi elitleri, ABD ile siyasi bir mücadeleye girişme konusunda kendilerine güvenmiyorlar. Tıpkı Rusya gibi, Çin de Orta Doğu’da İran’ı destekleme kredisine sahip olmak istiyor, ancak bunu fiilen yerine getirmek istemiyor. Hem Rusya hem de Çin, İran’ın ihtiyaç duyduğu anda onu yüzüstü bıraktı.

9- Rejim Değişikliği Mümkün mü?

Donald Trump, 12 günlük savaş sırasında sosyal medyada şöyle yazdı: “Neden bir rejim değişikliği olmasın ki???!”. Bu ifadeyle İran’da liderlik değişimi olasılığını gündeme getirdi. İsrail, İran’da rejim değişikliği hayali kuruyor ve dinî rejimin sona ermesini görmekten büyük mutluluk duyacaktır. Ancak şimdilik bu olasılık düşük görünüyor. Çünkü rejim değişikliği, dış müdahale ya da bombardıman kampanyasıyla başarıya ulaşmaz; bunun için ABD’nin İran’daki rejimi zayıflatacak şekilde protestoları organize etmesi ve desteklemesi gerekir. Nitekim ABD, 1979’da Şah’ı bu şekilde devirmişti.

Buna rağmen, ABD için İran rejimi faydalı olduğunu kanıtlamış ve tüm “düşman” söylemlerine rağmen ABD ile iş birliği yapmıştır. Irak ve Afganistan’da her iki ülke de, istikrarı sağlamak için iş birliği yaptıklarını kayıtlara geçirmiştir. Bu yüzden ABD, Tahran’daki rejimi işe yarar bir aktör olarak görmektedir. İran’a savaş açılması ve rejim değişikliği isteyen taraf ise her zaman İsrail olmuştur; ABD ise İsrail’i dizginlemiştir. İran’da rejim değişikliğinin ABD politikası olup olmadığının göstergesi, protestoların ve gösterilerin artması olacaktır.

10- Koreografi Politikası

12 günlük savaş sırasında, ilgili ülkelerin niyetlerini ve hedeflerini sorgulamaya iten birçok olay ve hadise yaşandı. İsrail buna karşı çıkmasına rağmen, ABD savaş öncesinde İran ile doğrudan görüşmeler yürütüyordu. Trump’ın fiili Dışişleri Bakanı Steve Witkoff ile İran dışişleri bakanı, nükleer bir anlaşmaya varmak için doğrudan görüşmelerde bulunmuşlardı.

Devam eden müzakerelere rağmen, İsrail 13 Haziran’da savaşı başlattı. ABD’nin 21 Haziran’daki müdahalesinden önce, üst düzey bir İranlı yetkili Amwaj raporunda Trump yönetiminin kapsamlı bir çatışma istemediğini ilettiğini doğruladı. Aynı kaynak, hedef alınan tesislerin boşaltıldığını ve İran’ın zenginleştirilmiş uranyum stokunun “çoğunun” güvenli yerlere taşındığını da belirtti.

ABD B-2 bombardıman uçakları İran hava sahasına girdiğinde, Trump’ın özel temsilcisi Steve Witkoff, İran dışişleri bakanı Abbas Arakçi ile yaptığı telefon görüşmesinde operasyonun tek seferlik ve yalnızca İran’ın nükleer programıyla sınırlı olduğunu açıkça ifade etti. Witkoff, ABD’nin hâlâ diplomatik bir çözüm aradığını vurguladı. Witkoff, İranlılara saldırıdan önce bilgi verdi.

Sonrasında 23 Haziran’da, İran saldırıya misilleme olarak Katar’daki Al Udeid ABD hava üssüne füze fırlattı. Ancak füzeler ateşlenmeden önce, ABD’ye önceden uyarı verildi ve böylece can kaybı yaşanmadı. ABD Başkanı Trump, İran’a, Katar’daki askeri üslerine füze atışı öncesinde ABD’ye haber verdikleri için teşekkür etti ve bu sayede kimsenin hayatını kaybetmediğini söyledi. “Bize önceden haber verdikleri için İran’a teşekkür etmek istiyorum. Bu sayede kimse hayatını kaybetmedi, kimse yaralanmadı.” dedi. Düşmanlar savaş halindeyken işlerin böyle yürümesi beklenmez.

11- İran’ın Nükleer Programı Şu An Nerede Duruyor?

İran’ın nükleer tesisleri yeraltındadır ve bir tanesi dağın içine inşa edilmiştir. Hava saldırılarının etkisi her zaman çok sınırlı olur ve böyle bir programı sona erdirmek için, tesisleri işgal edip içeriden yok edecek kara birlikleri gerekir. ABD veya İsrail’in yaptığı bu değildir ve bu da İran’ın nükleer programının gerçekten etkilenip etkilenmediği sorusunu gündeme getiriyor.

ABD yetkilileri, nükleer tesislerin girişlerine bunker buster (sığınak delici) bombalar attıklarını söylediler ve Başkan Trump İran’ın nükleer programının durdurulduğunu iddia etse de, saldırıya dair Pentagon’un ilk istihbarat değerlendirmesine göre, ABD saldırıları ülkenin nükleer programını yok etmedi ve muhtemelen sadece birkaç ay geriye attı. Pentagon’un istihbarat değerlendirmesini bilen kaynaklara göre, İran’ın santrifüjleri büyük ölçüde “sağlam” kaldı ve saldırının etkisi yalnızca yer üstü yapılarda sınırlı kaldı. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) da saldırının, İran’ın uranyum zenginleştirme kapasitesini durdurmada pek bir etkisi olmadığını belirtti.

İran devlet televizyonu siyasi işler müdür yardımcısı Hasan Abedini ise ABD tarafından hedef alınan üç tesisin “…uzun zaman önce…” boşaltıldığını ve İran’ın “…büyük bir darbe almadığını, çünkü materyallerin zaten çıkarılmış olduğunu…” söyledi.

12- ABD- ‘İsrail’ İlişkilerindeki Gerilimler

İsrail’deki sağcı hükümet, yirmi yılı aşkın süredir ABD için bir sorun teşkil ediyor. Bunun nedeni, uzun zamandır İsrail çıkarlarını ABD çıkarlarının önünde tutmalarıdır. Bu durum son iki yılda tamamen açığa çıktı; Netanyahu hükümeti ABD’nin karşı çıkmasına rağmen soykırım, genişleme, suikastlar ve çeşitli politikalar yürüttü.

ABD Başkanı Joe Biden, Gazze için ateşkes anlaşması sunduğunda Netanyahu bu süreci sekiz ayı aşkın süre boyunca sürüncemede bıraktı ve bu süre zarfında Gazze’ye yönelik vahşi bir kuşatma uyguladı. Benzer şekilde Netanyahu, 2024 Eylül ayında Hizbullah lideri Hasan Nasrullah’a suikast düzenledi; oysa ABD buna karşıydı. Şimdi ise İsrail, ABD’yi savaşa sürükleyecek bir saldırıya hazırlanırken, ABD İran’a müdahale etmek zorunda kaldı. ABD, İran’ın nükleer programını durdurmada çok az etkisi olan bir bombardıman kampanyası yürüttü. Bu müdahale, gitgide, ABD’nin İsrail’den korumak için İran’ı savunma müdahalesine benzemeye başladı. Bu durum, Trump’ın İsrail hakkında sorulduğunda nadir görülen şekilde açıkça tepki göstererek küfür etmesinin nedenlerinden biridir.

 

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir