Batı’nın Kutsal İnekleri Bir Bir Ölüyor

Gazze’den TikTok’a, üniversitelerden mahkemelere, Batı kendi kutsal ineklerini katletti
Onlarca yıl boyunca Batı; liberal değerlerin meşalesi olarak sunduğu ifade özgürlüğü, insan hakları, demokrasi, uluslararası hukuk ve kurallara dayalı küresel düzenin şampiyonu olarak, “Kutsal İnekleri” olarak nadiren sorgulanan ve hararetle savunulan o temel inançlar, küresel kimliğini ve yumuşak gücünü tanımlıyordu. Soğuk Savaş’tan galip çıktıktan sonra, Amerika Birleşik Devletleri’nin liderliğindeki Batı, dünyanın tartışmasız süper gücü haline geldi. Ancak bugün, henüz otuz yıl bile geçmemişken, bir zamanlar saygı duyulan bu ilkelerin çoğu katledilmiş durumda. Bu, ne dış işgal yüzünden, ne de ideolojik rakipler tarafından, Batı’nın kendi çelişkileri ve ikiyüzlülükleri tarafından gerçekleşti. Gazze’den TikTok’a, üniversitelerden mahkemelere, Batı kendi kutsal ineklerini katletti.
1. İfade Özgürlüğü Siyonizm Tarafından Susturuldu
İfade özgürlüğü, bir bireyin görüşlerini ve fikirlerini misilleme, sansür veya yasal yaptırım korkusu olmadan ifade etme özgürlüğünü destekleyen bir ilkedir. İfade özgürlüğü hakkı, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde ve uluslararası insan hakları hukukunda bir insan hakkı olarak tanındı.
Ancak bugün, bir zamanlar Batı liberalizminin köşe taşı olan ifade özgürlüğü, benzeri görülmemiş bir saldırı altında. ABD ve Avrupa genelinde, İsrail’e eleştirel olan sesler ister akademik, ister sanatsal, ister aktivist olsun sistematik olarak susturuluyor. Gazeteciler kovuluyor, bilim insanları işten çıkarılıyor, ünlülerin programları iptal ediliyor, öğrenciler sınır dışı ediliyor. Bir tweet veya pankart yüzünden tüm kariyerler yok ediliyor.
Birleşik Krallık’ta eski İngiltere Futbol Takımı Kaptanı Gary Lineker, İsrail’e yönelik eleştirileri nedeniyle baskı görürken, ABD’de Disney’in Pamuk Prenses filminin başrol oyuncusu Rachel Zegler, Disney yöneticileri tarafından şu tweeti silmesi için baskı gördü: “Ve her zaman unutmayın, özgür Filistin”. ABD’de savunuculuk örgütü Palestine Legal, “insanların geçim kaynakları veya kariyerlerinin” hedef alındığı 260’tan fazla vaka ile karşılaştıklarını bildirdi. Birçok durumda insanlar İsrail’i eleştiren veya Filistin çilesini vurgulayan sosyal medya paylaşımları nedeniyle işten çıkarıldı.
Artforum’un baş editörü David Velasco, ateşkes çağrısında bulunan ve İsrail’in soykırımdan sorumlu olduğunu ima eden açık bir mektup yayınladıktan sonra, yayıncısı Penske Media tarafından kovuldu. Michael Eisen, İsrail’i eleştiren satirik/yergisel bir makaleyi retweet ettikten sonra eLife bilim dergisinin baş editörlüğünden alındı. Amerikalı ve Filistinli süpermodel Bella Hadid ise kökeni nedeniyle Adidas ile olan sözleşmesini kaybetti.
Sansür olarak başlayan şey artık zorlamaya dönüştü. ABD’nin TikTok yasağı gibi büyük yasaklar bile, uygulamanın İsrail’in Gazze’deki eylemlerine görünürlük sağlaması nedeniyle, İsrail yanlısı lobiciliğin etkisiyle gerçekleşti.[1] İfade özgürlüğüne artık evrensel olduğunda değil, yalnızca belirli jeopolitik çıkarlarla uyumlu olduğunda izin veriliyor.
2. Protesto Hakkı: İsrail’e Karşı Olmadığı Sürece
Protesto hakkı bir zamanlar Batı demokrasisinin nabzıydı, şimdi ise çifte standartlar tarafından boğuluyor. Filistinlileri destekleyen barışçıl protestolar yasaklar, tutuklamalar ve hatta terör tanımlamaları ile karşılanıyor. Birleşik Krallık’ın Palestine Action’ı terör örgütü olarak yasaklaması, şiddet içermeyen sivil eylemin terörizmle eşleştirilmesinin emsalsiz bir örneğidir.
Palestine Action’dan aktivistler, Birleşik Krallık’ın en büyük hava üssü olan RAF Brize Norton’a zorla girdi ve uçak motorlarına kırmızı boya püskürterek yaklaşık 7 milyon sterlin hasar verdiler. Grup ayrıca, İsrail askeri sanayiine bileşen tedarik eden Elbit Systems’i hedef alıyordu. İsrail, tedarik zincirlerine karşı oluşturduğu etki nedeniyle grubun yasaklanması için lobi yapıyordu.
Britanya’nın eylem grupları geçmişine ve yabancı eylem gruplarına doğrudan verdiği desteğe rağmen, Palestine Action terör örgütü olarak yasaklanan ilk eylem grubu oldu. Sivil itaatsizlik artık terörizmle eşitlendi ve boya püskürtmek intihar bombacılığı ile aynı kefeye kondu.
Avrupa genelinde protesto hakkı, kıtanın İsrail ile ilişkisini sürdürmek için yasaklanıyor. Fransa, kamu düzeni endişeleri gerekçesiyle Filistin yanlısı yürüyüşlere genel yasak getirdi. Almanya’da Berlin ve diğer şehir yönetimlerinin çoğu Filistin yanlısı mitingleri yasakladı ve AB vatandaşı olsun olmasın, protestocuları suç mahkûmiyeti olmadan bile sırf Filistin’i destekledikleri iddiasıyla sınır dışı etti. Belçika’da Filistin bayrakları ve kefiye sergilemek para cezasına neden oldu.
ABD’de Columbia Üniversitesi’ndeki Filistin yanlısı kampüs protestolarında, kampın baş müzakerecisi olan Mahmud Khalil vakası çok açıklayıcı oldu. Khalil, hiçbir suç işlememişti ve bugün hala hiçbir suçla itham edilmemiştir. Ancak ABD’de Filistin yanlısı aktivizmle ilgili bilinen ilk sınır dışı etme çabası haline geldi. İsrail’in savunulması artık, Soğuk Savaş döneminden kalma bir yasa olan 1952 Göçmenlik ve Vatandaşlık Yasası’nı kullanmayı da içeren KGB taktiklerini içeriyor. Bu yasa; Dışişleri Bakanı’nın varlığının, ABD dış politikası için ciddi olumsuz sonuçlar doğuracağına inandığı göçmenlerin ABD’den çıkarılabileceğini öngörüyor.
Mahmud Khalil, Palestine Action ve Filistinlileri destekleyen protestoların ortak noktası oşması, Batı hükümetlerinin artık İsrail’i entelektüel olarak savunamamasındandır. Baskı, Soğuk Savaş paranoyasını andırıyor. Batı hükümetleri İsrail’i ahlaken savunamayınca, onu korumak için otoriter taktiklere başvuruyor.
3. Teslim Olana Kadar Açlık
Savaş yöntemi olarak açlık, tarihte geride kalmış bir yöntem olarak kabul ediliyordu. İki dünya savaşının ardından yasaklandı ve savaş suçu olarak kabul edildi. Buna rağmen Gazze’de İsrail, açıkça kuşatma stratejisi ilan etti ve uyguladı, sivillere yiyecek, su ve elektrik sağlanmasını engelledi.
İsrail yetkilileri 7 Ekim olaylarından hemen sonra, Gazze’deki sivilleri yiyecek, su ve yakıttan mahrum bırakma amaçlarını ifade eden açık açıklamalar yaptılar. O zamanki İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, “Gazze Şeridi’ne tam kuşatma” emri verdi ve “elektrik olmayacak, yiyecek olmayacak, yakıt olmayacak, her şey kapalı” dedi. Binlerce sivilin doğrudan öldürüldüğü savaş sırasında, İsrail’in Gazze’yi sürekli abluka altında tutması uzun süre küresel medyada çok az yer aldı. Batı liderleri bu durumun İsrail’in kendini savunma hakkı olduğunu savundu.
Bu toplu cezalandırma sadece tolere edilmekle kalmadı, aynı zamanda İsrail’in insani yardım girişini kasıtlı olarak engellediğine dair, kendi kurumlarının bulgularını görmezden gelen ABD tarafından aktif olarak da desteklendi. Nisan 2024’te, ABD hükümetinin insani yardım konusundaki önde gelen kurumları, İsrail’in Gazze’ye yiyecek ve ilaç girişini kasıtlı olarak engellediği sonucuna vardı. ABD Dış Yardım Yasası, hükümetin “doğrudan veya dolaylı olarak Amerika Birleşik Devletleri insani yardımının taşınmasını veya teslimini kısıtlayan” herhangi bir ülkeye askeri yardımı askıya almasını gerektiriyor.[2] Dışişleri Bakanı Anthony Blinken, kendi hükümetinin sağladığı kanıtları görmezden geldi. Kongre’ye “Şu anda İsrail hükümetinin ABD insani yardımının taşınmasını veya teslimini yasakladığı veya başka şekilde kısıtladığı değerlendirmesinde bulunmuyoruz” dedi.[3]
Batı’nın kitlesel sivil acıya suç ortaklığı, şaşırtıcı bir ahlaki çöküşü ortaya koyuyor. İsrail yetkilileri Filistinlilere ne yapmak istedikleri konusunda o kadar açık davrandılar ki, ne yaptıklarını bile gizlemediler. Bu nedenle Uluslararası Ceza Mahkemesi, Kasım 2024’te İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve eski savunma bakanı Yoav Gallant için “savaş yöntemi olarak açlık savaş suçu” için cezai sorumluluk taşıdıklarına dair ‘makul gerekçeler’ nedeniyle tutuklama kararları çıkardı.[4]
4. ‘Uluslararası Hukuk Bizi Hedef Almak İçin Tasarlanmadı’
Batı, uzun süre uluslararası hukuku düşmanlarına karşı silah olarak kullandı. Bunlar ister Afrika diktatörleri, isterse Rus generalleri olsun. Ancak aynı yasalar İsrail’e uygulandığında, Batı düşmanca davranmaya başlıyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin İsrail liderleri için çıkardığı tutuklama kararları, ABD milletvekillerinin UCM yetkililerinin ailelerini tehdit etmesine, yaptırımlara ve hatta gözdağı vermelerine yol açtı.
Birinci Dünya Savaşı’nın can kayıpları, uluslararası hukuk kapsamında uluslararası örgütlerin kurulmasını teşvik etti. Milletler Cemiyeti, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra barış ve güvenliği korumak için kuruldu ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Birleşmiş Milletler (BM) bu cemiyetin yerine kurularak kolektif güvenliği sürdürme amacını güttü. Bunu, Uluslararası Adalet Divanı (UAD) ve BM Güvenlik Konseyi (BMGK) gibi kurumlar tarafından desteklenen daha güçlü bir uluslararası hukuki düzen izledi. Uluslararası Hukuk Komisyonu (UHK) da, uluslararası hukuku geliştirmek ve kodlamak için 1947’de kuruldu.
Batı, 1990’larda Balkan savaşları sırasında Afrika diktatörlerine ve Sırp liderlerine karşı kullanılan uluslararası hukukun şampiyonu oldu. Batı liderleri, 2014’ten itibaren Rusya Ukrayna’yı işgal ettiğinde, uluslararası hukuku ve küresel kurumları Rusya’ya karşı kullanmak için sıraya girdiler. Rusya bu örgütlerin çoğuna üye devlet olmamasına rağmen, bunlar Batı liderleri için çok az önem arz ediyordu. Aslında onlara göre uluslararası hukuk, Rusya liderini hedef aldığında düzgün çalışıyordu.
Ancak İsrail söz konusu olduğunda, İsrail’in BM kararlarını, UAD’nin geçici tedbirlerini ve işgal ve sivillerin muamelesi konusundaki Cenevre Sözleşmelerini tekrar tekrar ihlal etmesine karşın, çok az yaptırım ve engelleme ile karşılaştığı için bu kutsal ineğin ölüm çanlarına tanık oluyoruz. Kıdemli ABD senatörü Lindsey Graham, UCM’nin İsrail lideri Benjamin Netanyahu için tutuklama kararı çıkarmasından sonra ağzındaki baklayı çıkardı küstahça bir açıklamada bulundu : “Roma Statüsü İsrail’e, Amerika Birleşik Devletleri’ne, Fransa’ya, Almanya’ya veya Büyük Britanya’ya uygulanmaz, çünkü bizi hedef almak için tasarlanmadı.”
Bu, Batı’nın adalet yaklaşımına gömülü sömürge kibrini ortaya koyuyor: hesap verebilirlik başkaları içindir. Herhangi bir avukat veya masum tarafın yapacağı gibi İsrail’in masumiyetini kanıtlamak ve kanıtlara meydan okumak yerine, çete savaşında olduğu gibi bireyler hedef alındı. ABD, İsrail’e karşı tutuklama kararları çıkardığı ve dava açmaya başladığı için UCM ve UAD’yi yaptırıma tabi tuttu. Oysa, mahkemeler aslında kurulma amacını yerine getiriyordu. ABD Başkanı Donald Trump, İsrail’i hedef aldığı için UCM başsavcısı Karim Khan’ı, ailesi de dâhil olmak üzere yaptırıma tabi tuttu. Şimdi ABD, işgal altındaki Filistin toprakları konusunda BM Özel Raportörü Francesca Albanese’yi hedef aldı.
Görünüyor ki; Uluslararası hukukun kutsal ineği artık parçalanmış durumda.
5. Dünyanın İlk Televizyonda Yayınlanan Soykırımı
İsrail’in Gazze’deki savaşı, dünyanın televizyondan yayınlanan soykırımı olarak artarak devam ediyor. Uluslararası hukukun tüm ağırlığı Sırp liderlerine, Ruanda liderlerine ve Kamboçya liderlerine karşı kullanıldı. Şimdi soykırımları izlemek ve belgelemek için kurulan tüm kurumlar, vahşeti izleyen tüm insan hakları örgütleri ve sayısız tarihçi ile uzman, İsrail’i bir halkı sistematik olarak yok etme çabalarıyla suçluyor.
Mart 2025’te BM, İsrail’in geçen yıl yaptığı saldırıda Gazze’deki doğurganlık kliniklerini ve embriyo tesislerini hedef aldığı sonucuna vardı. BM’nin İşgal Altındaki Filistin Toprakları, Doğu Kudüs dâhil Bağımsız Uluslararası Soruşturma Komisyonu tarafından hazırlanan cinsel ve cinsiyete dayalı şiddet konusundaki 49 sayfalık raporunda, kadınlar için doğum servislerine ve diğer sağlık tesislerine yönelik saldırıları, tüp bebek kliniğinin tahrip edilmesini ve Gazze’ye yiyecek ve tıbbi malzeme girişindeki kontrolleri detaylandırdı. Bunların birlikte “Gazze’deki Filistinlilerin bir grup olarak üreme kapasitesini kısmen yok ettiği” belirtildi. Bir halkın doğum oranını etkileyecek eylemlerde bulunmak, soykırımı oluşturan beş fiilden biridir.
Bu konuda Batı’nın yanıtı ve yaklaşımı iğrençtir. İsrail’in Gazze’deki savaşı, ifade özgürlüğü kurallarından silahlı çatışma yasalarına kadar ABD ve uluslararası toplumun kabul ettiği pek çok şeyi aşındırmaya devam ediyor. Her şey Batı dünyasının İsrail’in Gazze’deki savaşını dizginleme kararlılığının olmamasıyla başladı. Olaylar, hastanelerin bombalanmasını durdurmak için hiç kimse parmağını kıpırdatmadığında tırmandı. Kitlesel açlık savaş silahı haline geldiğinde genişledi. Ve topyekûn savaş artık insani bir tiksinti halini aldı ve İsrail’in kasıtlı politikası olarak görülmeye başladığı bir zamanda da zirveye ulaştı.
İsrail soykırım gündemini gizlemedi. Yakın zamanda İsrail Savunma Bakanı Katz, Gazze’de kalan tüm Filistinlileri Mısır sınırındaki kapalı bir bölgeye sıkıştırma niyetini açıkladı. Katz, İsrail ordusuna Gazze’nin en güney şehri olan Refah’ta “insani şehir” dediği şeyi inşa etmek için planlar hazırlamasını emretti. Bölge, savaş sebebiyle ağır hasar görmüş ve büyük ölçüde boş ve yaşanmaz durumdadır. İnşanın ardından bölgeye girmeden önce, tüm Filistinliler “Hamas’ı ayırmak ve izole etmek” amacıyla taranacaktır. Ayrıca plan kapsamında, Filistinliler bölgeye girdikten sonra bir daha çıkamayacaklardır. İsrail ordusu, 600.000 Filistinliyi de Refah’a zorla taşıyacaktır. Bu, Nazi’lerin Avrupa Yahudilerini Auschwitz, Bergen-Belsen ve Buchenwald’daki toplama kamplarına zorla taşımasından farklı değildir.
Batı hükümetleri İsrail’i vetolar, yardım ve diplomatik destek ile korumaya devam ediyor. Eğer Batı, İsrail’in nihai çözümünü uygulamasına göz yummaya hazırsa, o zaman Rusya’nın Doğu Ukrayna’yı temizleme, Çin’in de Tayvan üzerinde her hakkı vardır. “Bir daha asla” sloganı artık acı bir espriye dönüşmüştür.
6. İşgal Yoluyla Genişleme
İşgal yoluyla genişleme, emperyalizmin, sömürgeciliğin ve özellikle Dünya Savaşlarının yıkıcı etkisine yanıt olarak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yasaklandı. Bu değişim, toprak ele geçirmek için savaş kullanmanın küresel istikrarı tehdit ettiği ve gelişen egemenlik ile insan hakları normlarıyla çeliştiği konusunda büyüyen uluslararası bir konsensüsü yansıtıyordu. 1945’te kabul edilen BM Şartı, toprak elde etmek için güç kullanımını açıkça yasakladı.
Rusya’nın 2014’te Kırım’ı ve 2022’den itibaren Ukrayna’nın bazı bölgelerini ilhakı, uluslararası hukukun ihlali olarak geniş çapta kınandı ve işgalinin artık meşru olarak kabul edilmediğini pekiştirdi. Ancak bir kez daha, kutsal inek kurban edildi.
Güvenlik bahanesiyle İsrail genişliyor, işgal edip toprak elde ediyor ve üstüne yerleşiyor. İsrail kuruluşundan beri bunu hep yapıyor ancak bugünkü fark, bunu Batı’nın tam desteğiyle ve küstahlıkla yapmasıdır. Bunun karşısında, Batı liderleri ise İsrail’in halkını savunması için güvenlik ve tampon bölge gerekçelerini tekrarlıyorlar.
Ancak bu, Rusya’nın Ukrayna’ya genişleme için verdiği gerekçenin ile Çin’in Tayvan konusunda verdiği gerekçenin aynısı. Aslında Türkiye, Pakistan, Sırbistan ve Endonezya da ulusal sınırlarını genişletmek için aynı gerekçeyi öne sürebilir.
Arazi ve sınır anlaşmazlıklarını çözmek için uluslararası hukuk kullanma dönemi artık resmi olarak sona erdi ve İsrail’in gösterdiği şey, işgal yoluyla genişlemenin tüm ulusların meşru hakkı olduğudur. Bu, Meksika’ya Teksas, Arizona, New Mexico ve Kaliforniya’yı geri alma konusunda her hakkı veriyor. Çin ve Rusya’nın da çevredeki uluslara karşı çok sayıda iddiası var ve bu nedenle işgal yoluyla genişleme konusunda her hakları var.
7. Bir İmparatorluk Yavaş Yavaş Gittiğini Fark Edemiyorsa
ABD yetkilileri, içinde komik bir absürtlük barındıran iki çelişkili vize politikası açıkladı: Birisi, İsrail’i eleştiren yabancı vatandaşları yasaklayan, diğeri de Amerikalıların ABD eleştirilerini sansürlemeye karışan yabancıları yasaklayan politika.
Tarih boyunca birçok imparatorluk, liderlerinin mantıklı olmayan ve genellikle çelişkili şeyler yapmaya başladıkları noktaya geldiklerinde çöküşe geçti. Bu tür eylemler genellikle kaçınılmazı durdurmaz ve aslında işleri daha da kötüleştirir. Glasnost ve Perestroika, SSCB’nin çöküşü ve durgunluğu durdurma girişimleriydi, ancak bunlar işleri daha da kötüleştirdi. ABD yakın zamanda kendi Glasnost ve Perestroika anını yaşadı.
ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Mayıs 2025’te İsrail’i eleştiren kişilerin ABD’ye girmesini önlemek için güçlü bir yeni vize politikası açıkladı. Rubio, ABD’nin İsrail eleştirmenlerinin ABD’ye girmesini önleyerek “uluslararası örgütleri ve ulusları İsrail’e karşı retorikten sorumlu tutacağını” söyledi.[5]
Ardından, çelişkili bir hamleyle ve aynı gün Rubio, aynı zamanda Amerikalıların konuşmasını sansürlemeye karışan yabancı vatandaşların vize almalarını önleyecek yeni bir politika duyurdu. Rubio şöyle dedi: “Bugün, Amerika Birleşik Devletleri’nde korunan ifadenin sansürüne sorumlu yabancı vatandaşlara uygulanacak yeni bir vize kısıtlama politikası duyuruyorum. Yabancı yetkililerin Amerikan platformlarındaki sosyal medya paylaşımları nedeniyle ABD vatandaşlarına veya ABD’de yaşayanlara tutuklama kararları çıkarması veya tehdit etmesi kabul edilemez.”[6]
Yani, İsrail’i eleştirirseniz ifade özgürlüğünüz yok. Ama aynı zamanda ABD’yi eleştiriyi sansürlürseniz, cezalandırılırsınız. ABD’de ABD’yi eleştirme konusunda ifade özgürlüğünüz var, ama İsrail’i değil. İsrail’i eleştirirseniz ABD’ye gelemezsiniz, ama ABD’yi eleştirirseniz ifade özgürlüğü olduğu için gelebilirsiniz.
ABD artık çelişki içinde yasama yapıyor, sansürü zorunlu kılarken özgürlükten bahsediyor, muhalefeti baltalayarak demokrasiyi teşvik ediyor. Artık kendi ilkelerine inanmıyor, onları canlı tutamıyor. Bu, çöküşün tam özelliğidir.
8. ABD, Yeni SSCB
Tarihi bir ironi içinde, ABD artık bir zamanlar mağlup ettiği Sovyetler Birliği’ni yansıtıyor. Bunak bir figür başkan, otomatik imza ile imzalanan kararlar ve dış müdahalelere bağımlı çöken bir imparatorluk. Elitlerden bıkmış ve içten çatlaklar ile dolu bir nüfus… Bugün küresel süper güç giderek daha çok eski düşmanına benziyor.
SSCB’nin son yirmi yılında, Sovyet liderleri ya görevde öldü ya da etkili bir şekilde yönetim yapamayacak kadar fiziksel veya zihinsel olarak zayıf hale geldi. Bu, SSCB’nin büyük iç ve dış zorluklarla karşılaştığı bir zamanda siyasi durgunluk ve kurumsal çürümeye katkıda bulundu. ABD’de Başkan Joe Biden zihinsel olarak o kadar sorunluydu ki, resmi belgelerini otomatik imza ile imzaladı. Otomatik imza aracının kullanımı, yardımcıların Biden adına af kararları ve diğer önemli belgeleri imzalamasına izin verdi. Biden’ın İç Politika Konseyi’nin eski direktörü Neera Tanden, eski başkanın zihinsel keskinliğini soruşturan Temsilciler Meclisi Gözetim Komitesi önünde tanıklık etti. Tanden’in Kongre’deki görüşmesinde, 2021 ve 2023 arasında personel sekreteri ve başkanın kıdemli danışmanı olarak görev yaptığı süre boyunca, Biden adına otomatik imza direktifleri verme yetkisine sahip olduğunu doğruladı.[7]
Komünist parti, 1985’te çöküş ve durgunluk dönemine girdiğinde SSCB’ye liderlik etmesi için dışarıdan ve nispeten genç bir politikacı olan Mihael Gorbaçov’a döndü. Çöküşü durdurma ve reform uygulama girişimlerine rağmen SSCB 6 yıl içinde çöktü. ABD’de Amerikan halkı, ABD’yi karşılaştığı zorluklardan çıkarmak için reality TV yıldızı ve emlak patronu Donald Trump’a döndü. Trump, Gorbaçov’un karşılaştığından daha geniş ve derin zorluklarla karşılaşıyor ve bu durumda tarihe Amerika’nın kurtarıcısı olarak mı yoksa Amerika’nın Gorbaçov’u olarak mı geçeceği görülecek.
SSCB’de 1970’lerde tartışma; Sovyetler Birliği’nin yükünü sürdürmek mi yoksa milliyetçiliğe ve tek başına Rusya’ya odaklanmak mı? şeklindeydi. Reformlar, Rus milliyetçiliğinin yükselişine ve SSCB üzerinden milliyetçiliği savunan Boris Yeltsin’in yükselişine yol açtı. ABD’de Donald Trump ve destekçileri, ABD’nin Amerika’ya odaklanması, sonsuz savaşları sona erdirmesi ve imparatorluğu üzerinden ABD’ye öncelik vermesi gerektiğine inanıyor. ABD kelimenin tam anlamıyla şu anda SSCB’nin 1980’lerde yaptığı tartışmanın aynısını yapıyor .
Mihael Gorbaçov’un 1985’teki ilk eylemlerinden biri, Sovyet kaynaklarını tüketen Afganistan’daki Sovyet savaşını sona erdirmekti. Son Sovyet askerinin 1989’da Afganistan’ı terk etmesinden 2 yıl sonra Sovyetler Birliği çöktü. Donald Trump, yirmi yıllık işgalin ardından Taliban ile barış anlaşmasını kabul eden ABD başkanıydı. Sovyetlerden İngilizlere kadar son dönem küresel güçlerin tümü, Afganistan’dan yenilgi ile ayrıldıktan sonra çöktü. Bu, ABD için iyi bir işaret değil.
Sovyetler Birliği 1980’lerde büyük borç içindeydi, aşırı genişlemişti ve onlarca yıl süren Soğuk Savaş’tan sonra artık dünyadaki konumunu koruyamıyordu. ABD de tıpkı SSCB gibi aşırı genişliyor ve büyük borç içinde. Afgan ve Irak savaşları ABD kaynaklarını tüketti ve bu da küresel konumu hakkında tartışmalara yol açtı. ABD şimdi borç ile yaşıyor ve mevcut borçları ödemek için borçlanmaya devam ediyor. Bu politika 1980’lerde Sovyetler Birliği’ni yok etti. ABD şimdi SSCB’ye benziyor.
Berlin Duvarı 1989’da yıkıldığında, herkes normal uygulama haline gelmiş olan Kızıl Ordu müdahalesini bekliyordu. Bu gerçekleşmediğinde, Moskova’nın artık eskisi gibi bir güç olmadığı doğrulanmış oldu. ABD, bugün aynı zamanda ABD’nin artık küresel süper güç olmadığını doğrulayacak kendi “Berlin Duvarı” anını yaşıyor. Amerika’nın küresel varlığı, içeride pahalıya mal oldu ve bu da sonsuz savaşları sona erdirme çağrılarına yol açtı. SSCB’nin aksine, ABD’nin “Berlin Duvarı” anı sayıca artıyor ve şimdi gerçekten ne zaman ve hangi ABD başarısızlığının çöküşünü resmi hale getireceği merak konusu. ABD artık resmi olarak yeni SSCB.
9. Çöküş Boyunca Gümrük Vergisi
Küreselleşme, Batı ekonomik liderliğinin taç mücevheri ve artık onu yaratan ülke tarafından yok ediliyor.
ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyaya verdiği söz, ABD donanmasının küresel deniz yollarını koruyacağı ve tarifelere tabi olmayan ticaret veya sıfıra yakın tarifelerle ticaretin refaha yol açacağıydı. Soğuk Savaş 1991’de sona erdiğinde ABD, bu ekonomik düzeni küreselleşme diyerek yaydı. Eski Sovyet cumhuriyetleri buna peş peşe katıldılar. Akademisyenler, ekonomistler ve uzmanlar açık piyasaların, serbest ticaretin ve küreselleşmenin faydalarını destekleyen rapor üstüne rapor ürettiler.
Bu küresel dünya artık tarih oluyor ve kesinlikle geçmişte kalıyor. Donald Trump dönemindeki ABD artık serbest ticaret yerine ekonomik korumacılığı, küreselleşme yerine milliyetçiliği ve uluslararası hukuka uymak yerine onu parçalamayı hedefliyor. ABD’nin küresel ticarete yaklaşımı artık karşılaştırmalı üstünlük veya serbest ticaret yerine gümrük vergilerine dayanıyor.
ABD şimdi inşa ettiği ve dünyayı katılmaya ikna ettiği kurumları, düzeni ve küresel ekonomiyi parçalıyor. Bunu yapmasının nedeni ABD’nin bugün nerede olduğunu ortaya koyuyor ve bu süreç onun için iyi görünmüyor. Bu hamle, öncelikle Çin’in yükselişi nedeniyle ABD, gücünün diğer devletlerin gücüne karşı “göreceli çöküşünü” tanımasına ve ABD’nin çok uluslu örgütleri yönetmeye devam edip edemeyeceği konusunda şüpheye düşmesine yol açıyor. Yanıt olarak, bu çok uluslu örgütlere artık ihtiyaç duymadığını görüyor ve bunun yerine güç dengesizliğinin ve dolayısıyla ABD etkisinin maksimize edildiği tek tek uluslarla birebir ilgilendiği “ikili ilişkilere” geçiyor.
Şimdi eski komünist ulus Çin’in Dünya Ekonomik Forumu (DEF) zirvesinde serbest ticareti savunduğu ve kapitalist pozisyonları öne sürdüğü, ABD’nin ise giderek daha korumacı ekonomiyi seslendirdiği bir dünyada yaşıyoruz. ABD artık giderek daha çok SSCB gibi oluyor; paranoyak, içe dönük ve eşit şartlarda rekabet edemez hale dönüşüyor. Aslında, ABD birçok küresel pozisyonunda SSCB’nin perspektifini benimsemiş görünüyor.
ABD tarihten kendisine ders niteliğinde bir not alabilir. SSCB, küresel konumunu korumak için 1980’lerde komünizmi eğip büktü. Sonunda Sovyetler, kendi tavizkar politikalarıyla SSCB’yi sona erdirdi.
10. Son Çivi: Kurallara Dayalı Düzen Öldü
Küresel kurallara dayalı düzen efsanesi paramparça oldu. İster Ukrayna’da ister Gazze’de olsun, Batı kendi kurallarını menfaatlerine göre seçerek uyguluyor. Mahkemeler yaptırıma tabi tutuluyor, gazeteciler susturuluyor ve yasalar müttefikleri korumak ve düşmanları cezalandırmak için gerçek zamanlı olarak yeniden yazılıyor. Batı’nın kutsal inekleri-”bir zamanlar ahlaki üstünlüğün simgeleri” onları yetiştiren eller tarafından katledildi. İfade özgürlüğü, protesto, hukuk, düzen, adalet vs. hepsinin içi politik çıkarcılığa hizmet etmek için boşaltıldı.
İsrail’in Gazze’deki soykırım savaşı ve Güney Afrika’nın davayı UAD’ye götürmesiyle, Batı şimdi yarattığı ve uzun süre teşvik ettiği düzene karşı mafya gibi davranıyor. ABD Temsilciler Meclisi savcısı, İsrail yetkililerine karşı tutuklama kararı başvurusunda bulunduktan sonra, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni (UCM) yaptırıma tabi tutacak yasayı geçirmek için oy kullandı. Hatta bir grup Cumhuriyetçi ABD senatörü, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı Karim Khan’a ailesini tehdit eden bir mektup gönderdi! İster BM, ister UCM, isterse UAD olsun, artık antisemitik olarak etiketleniyorlar ve insanlığa karşı suçları araştırma işlerini yaptıkları için tehdit ediliyorlar. Batı, Vladimir Putin için tutuklama kararı çıkardığında mahkemeyi destekledi. Ancak Gazze konusunda ABD, küresel düzeni yok etmek ve baltalamak için herhangi bir kurumun yapabileceğinden daha fazlasını tek başına yaptı.
Sonuç: Kasap İçeride
Batı’nın kutsal inekleri, rakip bir ideoloji tarafından katledilmedi. Ne yeni bir Soğuk Savaş’ta devrildi, ne de yükselen bir medeniyet tarafından alt edildi. İronik olarak, ölümleri dışarıdan değil içeriden geldi. Soğuk Savaş’tan galip çıkmasına ve ciddi ideolojik bir rakiple karşılaşmamasına rağmen, giderek kibri yükselen ABD’nin liderliğindeki Batı şimdi kendi çelişkilerinde boğuluyor. Bir zamanlar övünülen ekonomik modeli, serveti küresel bir elitin elinde yoğunlaştırarak müstehcen eşitsizlik doğurdu. Askeri üstünlüğü, Irak enkazında ve Afganistan’dan çekilmede itibarsızlaştı. Bir zamanlar müjdelediği demokratik idealler; siyasi işlevsizlik, azalan güven ve kimlik çatışmaları ile woke/farkındalık kültürü tarafından tüketilen kültürel bir ortam arasında artık anlamsız geliyor. Sonunda, Batı’nın kutsal ineklerini yok etmek için bir düşmana ihtiyacı yoktu. Onları kendisi katletti.
[1] Pro-Israel lobby’s footprint writ large in law banning TikTok — TRT Global
[2] Section 620I: No Military Assistance to States Restricting U.S. Humanitarian Assistance
[5] https://x.com/StateSEAS/status/1927737577898918032