#Düşünce #Filistin #Genel #Jeopolitik #Ortadoğu #Siyaset #Tarih #Tema #Toplum

İslam Akidesi Mücadele ve Direnişten Ayrılmaz

İslam Akidesi Mücadele ve Direnişten Ayrılmaz

İslam akidesi, sabit ilkelerinde kesinlik, kesme ve yakin anlamına gelir. Akide, lügat anlamına şer’i bir anlam ekler ki, onu benimseyen kişiyi en sarsılmaz tutumların ve en mücadeleci olanların sahibi yapar ve Müslüman’ı ayırt edici ve eşsiz bir kişilik haline getirir. Böylece insanı hayvan mertebesinden o akidenin hedeflediği şahsiyete yükseltir.

Bu akide, insanı ayırt edici bir şekilde şekillendirir, onu fikrin kendisine uygun bir kopyası yapar. İşte Ömer b. Hattab cahiliyede nasıldı ve İslam’dan sonra nasıl oldu? Aynı şekilde o akideye iman eden herkes böyle oldu. Peki, cahiliyedeki Arapları İslam’ın büyüklerine ve liderlerine yükselten bu akidenin sırrı nedir? Hatta bugünün mukavemetini (Gazze) -ki sayı, silah ve teçhizat bakımından az olmasına rağmen- tüm küfrü ve onlarla birlikte olan bugünün münafıklarını savaşan bir güç haline getiren nedir? Onları dünya medyasının konusu haline getiren, İslam ümmetinin o kahramanlıklarına karşı hayranlık duyulmasına sebep olan, küfür devletlerinin ve varlıklarının korktuğu o duruş sayesinde, küfür liderlerinin o mukavemeti kökünden kazımayı düşünmesine sebep olan şey nedir? Çünkü kendilerine ve medeniyetlerine -orman medeniyetine- karşı kara bir bakış, küçümseme ve ret ile karşılaştılar. Küfür liderleri, o adamları üreten bu akidenin doğasını unuttular, görmezden geldiler ya da kavrayamadılar.

İslam akidesi, kelimeleri ve sözleri karmaşıklaştırmadan, mukaddimeleri düzenlemeden basitçe şudur: Kâinat, insan ve hayat Allah Teâlâ tarafından yaratılmıştır, O Teâlâ tüm kâinatın müdebbiridir. Dünya imtihan ve amel yurdudur. Ayrıca insan fanidir ve kıyamet günü diriltilecek, Allah’ın ona emir ve yasaklarla yüklediği şeylerden hesaba çekilecek, ardından da akıbeti ya genişliği göklеr ve yer kadar olan cennet, ya da -Allah’a sığınırız- cehennem olacaktır. Yüce Allah, Aziz Kitabı’nda müminler için ne hazırladığını açıklamıştır. Allah Teâlâ buyurdu: “Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler ve Adn cennetlerindeki güzel meskenler vadetmiştir. Allah’ın rızası ise en büyüktür. İşte bu, büyük başarıdır.” Ve kâfirler ve emrine muhalefet edenler için hazırladığı azabı açıklamıştır. Allah Teâlâ buyurdu: “Şüphesiz inkâr edenler, yeryüzünde bulunan her şey kendilerinin olsa ve bir misli daha bulunsa da kıyamet günü azabından kurtulmak için fidye olarak verseler, kendilerinden kabul edilmez ve onlar için elem dolu bir azap vardır. Ateşten çıkmak isterler, hâlbuki ondan çıkacak değillerdir ve onlar için sürekli azap vardır.”

Bu akide, insanın yaşama içgüdüsünün dayattığı şeyle insan nefsinin korkularını tedavi etti, çünkü insan rızkından ve ecelinden korkar. Allah rızkı yalnızca kendi elinde kıldı. Allah Teâlâ buyurdu: “Ey insanlar! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Allah’tan başka, sizi gökten ve yerden rızıklandıran bir yaratıcı var mı? O’ndan başka ilah yoktur. Nasıl da çevriliyorsunuz!” Ve ölümü ecelin bitmesiyle kendi elinde kıldı. Allah Teâlâ buyurdu: “Ecelleri gelince ne bir saat geri kalırlar ne de öne geçerler.”

İşte insanı zayıflığından gücüne, insan olmaktan ölmeyen ve bireylerin ölümüyle ve onu benimseyen herkesin ölümüyle bitmeyen bir fikir olmaya yükselten o akidenin sırrı budur. Aksine o, nesil nesil çoğalan, her çağda ve zamanda yiğit adamlar üreten bir fikirdir.

Bu akidenin ürettiği yiğit adamlar, her türlü imkâna ve teknolojik üstünlüğe sahip kâfirler kendilerine acımasızca saldırdıklarında, Allah’a tam bir tevekkülle teslim olup cesaret timsali görüntüler verdikleri gibi aynı şekilde bu dinin yeniden hayata hâkim olması için de partisel bir çalışmayla fikri ve siyasi mücadele yürütmeyi ölüm kalım meselesi olarak görürler.

Bu akide, Abdullah b. Mes’ud’dan -ki bacakları inceydi, rüzgâr onu devirmekteydi- böyle bir kişi yaptı. İnsanlar ona güldü, Rasulullah ﷺ buyurdu: “Neden gülüyorsunuz?” Dediler: “Ey Allah’ın Nebisi, bacaklarının inceliğinden.” Buyurdu ﷺ: “Nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki, onlar (bacakları) mizanda Uhud’dan daha ağırdır.” Evet, onun ayakları Allah katında Uhud dağından daha ağırdır.

Neden dağa benzettiğini bilir misiniz? Çünkü bu, bir şeyin gücüne, sabitliğine veya büyüklüğüne delalet eder. Abdullah b. Mes’ud o makamı bacağının inceliği sebebiyle değil, kahramanlık tutumları üreten akidesinin gücü ve sağlamlığı sebebiyle elde etti. Zübeyr b. Avvam’dan rivayet edilir: “Rasulullah ﷺ’den sonra Mekke’de Kur’an-ı Kerim’i açıkça okuyan ilk kişi Abdullah b. Mes’ud idi. Yüzüne vurmaya başladılar, kanlar akıyordu ve o, Allah’ın dilediği kadar okumaya devam etti… Sonra ashâbına döndü, yüzünde izler vardı, kanların aktığını gördüklerinde… dediler: ‘(İşte senden korktuğumuz şey buydu)’ O da tarihin kaydettiği şu sözleri söyledi: ‘(Allah’ın düşmanları bana hiçbir zaman şimdiki kadar kolay gelmemişti… Eğer isterseniz yarın onlara aynısıyla karşı çıkarım)’”

Her gün Gazze’de ve İslam ülkelerinin diğer yerlerinde mücadele eden kahramanlardan gördüğümüz o duruşlar, ancak ona iman edip kesin olarak tasdik eden ve o akidenin gerekli kıldığı hükümleri yerine getiren kişi tarafından o akidenin eseri olan duruşlardır.

Belki şöyle bir soru sorulabilir: “O akide tüm Müslümanlarda yok mu? Peki, neden diğerlerinin ve çoğunluğun tutumları zelil?” Cevap doğrudur, onlar Müslüman’dır. Fakat onlar o akideyi etkinleştirmediler ve onlarda mefhumları davranışı etkileyecek şekilde belirginleşmedi. Çünkü fikri sadece lafzen ve kabulle söyleyip mefhumlarını kavramayan ile onu delil üzerine gerçeğe uygun kesin tasdikle tasdik eden arasında büyük fark vardır. Pek çoğumuz “rızık Allah’ın elindedir” der ve bir kelime ve tutumdan dolayı rızkından korkar! “Ecel Allah’ın elindedir” der ve hayatından korkar! O halde o akide kişide nerededir?

Gazze’deki savaşçıların tutumları kıyamet gününde bize karşı hüccettir. Dilin tarif etmekten aciz kaldığı tutumları ve İslam’ın başlangıcını ve medeniyetinin parlaklığını andıran kahramanlıkları görürken, Allah karşısında bizim hüccetimiz nerededir?

Şöyle ki; İslam akidesi, kendisine iman edenleri, maruz kaldıkları zulümlere karşı eşsiz bir duruş göstermesine vesile olmakla birlikte, insanın hayatının her alanını Allah’ın sınırlarına göre belirlemesine ve bu sınırların aşılmasına şiddetle karşı durmasına da vesile olur. Zira İslam akidesi, hayatın her alanını kapsayan hükümlerin kendisine dayandığı siyasi bir akidedir. Hüküm Allah’ındır. Bu hükümlerin tatbikinin gerçekleşeceği yegâne otorite de Raşid-i Hilafet devletidir. İslam akidesi, ahkâmın tatbiki için devletin varlığını vacip kılar. Onun için, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Metodundan zerre miktarı ayrılmadan bu devletin ikamesi için çalışmak farz-ı kifayedir. İslam akidesi, kifayet hâsıl olmadığı sürece tüm Müslümanları bundan mesul kılar. İşte böyle bir çalışmanın bir neferi olmak, Allah katında bizim için hüccet olacak yegâne husustur.

Ümmet bugün, kâfirin bölgeyi kendi menfaatleri ve mefhumları doğrultusunda düzenlemeyi ve meseleyi Yahudilerin istekleri doğrultusunda bitirmeyi planladığı, zor günler ve kaderî kararlar ile karşı karşıyadır. Akide ümmeti nerede? Mücadele ve direniş mefhumları nerede? Rızık ve ecel mefhumları nerede? Allah’a yemin olsun ki; kâfirin cüret edip ilerlemesi, gökleri ve yeri aydınlatan, kendi cinsinden gökyüzünün yüksekliğine doğan şahin gibi yükselen adamlar üreten diri akidenin sahipleri olan Müslümanların geri çekilmesi büyük suçtur. Onlar bu davranışlarıyla yeri; altında sürünen, toprak altında veya taşlar arasında saklanan böceklere bıraktılar.

 

 

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir